31 Mayıs 2004

ben uyudum diye mi uyumuştu
dolmuş şöförü bilmiyorum
bu olanlar, geçen seferin tekrarı mıydı
onu da bilmiyorum
kötü kopyalar olsa gerek...
şeref okumasın!

tramvay durakları ayaklanıp
gittiğinden beri akbilimi
cebimden çıkarma gereği duymuyorum
parasal araçlar ve maliye politikaları
iç dış denge derken
kantin masaları beni son görüşleri diye
politikalarını hayata benzetti
Keynes demiş ki:
"gidiyorum akşama geç kalmam"
sana iş yerinden bağlanıyorum spak
bana bi kere böyle bağlanmadın
zaten bağlanmak da tanışmak gibi
bir kere...

30 Mayıs 2004

bana günebakanların salınımlarından bahsedenlerle
sabaha karsi altı gibi vişne suyu ve kuru pasta
stoğı azlığından bahseden insanlar
aynı dünyada yaşıyordu ve buna ek olarak
hiç bir şey söylemeyerek ağır ithamlarda
bulunanlar da...
ağırlığı ölçmek için kolundaki tansiyon
aletiyle dolaşan adamın arkadaşını çağırdık
teraziyle dolaşıyordu o da..
aldı baktı, çok ağır dedi
silmeye gerek var mı dedim, yok dedi
peki silinmiş ama dedim
"bir şeyi silsen de karalanmamış edemezsin"
deyince adam "sen kocaman bir yalancısın" diye
bağırdım adama... elinde tuttuğu terazi
boşunaydı, bense hala raflardan onun kitaplarını
toplamaya çalışıyordum... gizlice...

29 Mayıs 2004

aklıma gel diye bekliyorum
ama sen bir türlü "buralı" olmuyorsun
kulağımda adamın biri
kızı nasıl "garip" sevdiğini anlatıyor
benimse gözlerim kapalı geçtiğim
kestirme yolları hatırlıyorum
her yeri nasıl terkedilmiş çayır çimen...
kestirme yolların sadece
şehirlere özgü olmadığını,
beklememin nasıl da sana dair olduğunu...

terk ediyorsun şehri,benden önce...
bende bana kalanı yapıyorum,
terk ediyorum bu şehri,senden sonra
birbirimize ait olamayışımız gibi
gittiğimiz şehirlere ait olmayışımız
baştan başa sen,baştan başa ben...
tenlerimizse tek başına kavruluyorlar
dönme zamanı gelince "kendimize",
daha bir yanıyor yanık tenlerimiz,
tenlerimizde...
"bu şehirler terketmek için değil"
diye geçiriyorum içimden,
gözlerin her daim yanık tenimde...
bir tarçın kokusu yükseliyor
ve kokuyu sindirebilen tek şey
batan güneş oluyor...

aklıma gel diye bekliyorum
aklıma seninle ilgili gelen herşeyi
kovuşturuyorum ama,
sen "oralı" olmuyorsun
"madem gelmiyorsun" diyorum,
emanetçiye bıraktığım bütün düşüncelerimi
geri alıyorum, seni bırakıyorum yerine
"sen benim aklıma gelmedin ama
elbet gelip seni emanetçiden alacak
birisi vardır" diye umuyorum...
en iyi bildiğin yol en kestirme yoldur

kafamı kaldırdığımda pis pis sırıtıyordu
ruhlarını paraya satmıştı bunlar
bozuk paraları da bilezik yapmışlardı
ben sol derken inatla sağ dediler
ben kayboldum ama onları da kaybettim
boğaza kokum sinmiş, öyle dediler
köpeklerden bahsettim pek dinlemediler
şimdi varsa yoksa ben
hepiniz dün gece öldünüz...

28 Mayıs 2004

dinlemiyordum onları
iki saat kadar önce parmaklarımı sıkan
sonra da gülümseyen, hala aklımda
bir elime ölü taklidi yaptırırken
öbürü ile de keşfe çıkmıştım
eğer eklem yerlerine yeterince bastırırsam
kırılırdı
eğer bastırmazsam, kırılmazdı...
anlamadın değil mi.

bi kötürüm gördüm
travestiydi
işe çıkmıştı
yerde sürünüyordu sanki
amına koduğum istanbuluna nooluyo...
artık yaşam felsefelerimiz bile
eşantiyon deterjan kutularının üstünde yazıyordu;
"yaşamadan öğrenemezsin"
kim ucuzlamıştı,
biz mi, deterjan fiyatları mı?
sergent wallace denkleminden çıkan sonuç;
para politikasının doğrudan kamu kesimi
finansman açığı ile borçlanma politikasına
bağlı olarak yönetilmesi zorunluluğudur.

seni yolda gördüğüm zamanı hatırlıyorum,
çok kalabalık olmayan o sokakta
ikimiz de boş bulunmuştuk da
birbirimize sarılmıştık...
ben gözlüklerimi yakama iliştirdiğimden
aramızda bir parça mesafe bırakmıştım,
sen farkına bile varmamıştın
gördün mü,
her zaman bir bahanem varmış.

NoT: istenmeyen; tanımadığım insanı kırmak
başa gelen; tanımadığım insanları kırmak

27 Mayıs 2004

duvara dayanarak hafifçe ilerledim
ilerleme kelimesi "hafifçe" yapılınca
hayatın da sanki "yaklaşık" oluyor
en gerekli eylem bile seni terkediyorsa...
toplayabildiğim son güçle üstümü değiştirdim
ve topladığım son gücün hepsini yolda harcadım
adam inatla gazetesini çıkardı
ve ben daha harfleri kelimeleri görmeden
içimden yükselen karmaşayı hissettim
kafamı cama yasladım "yavaşça"
çünkü an, tehlike anı değildi
ve benim camı kırmam gerekmiyordu.
yüzüme çarpan güneş miydi rüzgar mı?
sallanan vapur muydu, eller mi?
son kez oturdum ve son kez kalabalığa baktım
ve onlar da benim için son kez dağıldılar
sonrasındaysa suni hava teneffüs ettim
karşıki binaya salladığım el ve aşk
enel aşktı galiba;
ıhlamur deminde bakışların
mavi
ıslak
mavi

herkes kadar yorgun olduğuma inandırdım kendimi
herkes kadar oldum sonra
yorgunsan gel otur dediler...

26 Mayıs 2004

bazen bir odanın ortasında durmakla,
odanın sadece içinde olmak arasında
hiç fark bulunmaz...
bu tıpkı seni otururken ya da
ayaktayken özlemem gibi.
değişen evler, değişen odalar...
ben kendimin bir kısmını burda bıraktım
diye hatırlıyordum,
oysa burdaki eşyaların hiç birini tanımıyorum
toplamaya çalışıyorum, altlarından bir yerden
çıkarım belki diye...
seni artık aramıyorum bile
kendime dair bir iz bulma çabası benimki
"eğer biz 'bir' idiysek" diyorum kendime,
kendimi bulmakla başlamalıydım
sen bu cümlede "gerisi" oluyordun
kendiliğinden gelen,
kendiliğinden gelecek olan...
bu cümleler devam ettikçe, sen acı oluyordun
kendiliğinden gelen...
herşeyi bırakıp kurtarmam gereken
hayatıma dalınca bile aklıma geliyordu
başka hayatlar, benim olmayanlar.
"müsade edilebilir" kavramı gelip
buluyordu beni, burda öyle yazıyordu;
"olmasına izin verilen,çeşitli yapıların
içinde bulunmasına göz yumulan"
senin, benim gibi yani.
biz kendimize müsade ettik,
sonumuzu bile bile...
"bir yaklaşık" diye kimseler
bağırmadı arkamızdan...
biz kendimize müsade ettik,
olmamıza ve ölmemize
ama hep gözlerimizi kapattık
görmezden gelmek bile değildi bu,
düpedüz karanlık...

şimdilerde atladığım paragraflarda
arada düşürdüklerimden ibaret hayat...
1 doz blog

ne kadar da çirkin bir adamdı
sapsarı sıkıca toplanmış saçlar
ve o elmacık kemikleri
taa ki yanımdaki biri beni dürtüp
"sen sarhoş oldun" diyene kadar diktim gözlerimi
zaten bir televizyon ekranı beni sırf
bu yüzden suçlayamazdı ya...
ilk dakikaları sarhoş olmadığıma
inandırma çabasıyla geçirdim
takip eden dakikaları ise biraz daha içerek
yanımdaki sandalyenin her daim dolu olmasından
dem vuran bir hatuna laf yetiştirmekse
işin en ve tek eğlenceli kısmıydı
hayatının bütün yollarını sayfa bitimine
kadar çizmiş birisi aldığı telefondan bahsediyordu
elinde silgi vardı sanırsam tam göremedim
-çok yalnızım lan, dün farkettim
-ben de şimdi sen söyleyince farkettim
bütün cüzdanımı boşalttığım sırada
aslında cüzdanımın zaten boş olduğunu farkettim
yolda giderken ay parçaları geldi aklıma
hatta aynaların yarattığı etki bile geldi
arabaya binip cure konserini düşünene kadar
Surattaki 4 Çatlak

" ... Dayandığımı farkettim bugün,
yaşamadığımı sadece dayandığımı..." U.U.

dün akşam izledim karga'da
bilgi üniversitesi sahne ve gösteri sanatları
bölümü öğrencilerinin süper bi performansı
eğer bir yerlerde denk gelebilirseniz
kaçırmayın derim
misal perşembe günü yine karga'da tekrarı var..

Dansçılar: Özlem Arıkan, Gülça Denizci,
İlyas Odman'dan beden ve yüzlerden
bir yansımanın "yol" hikayesi.

Kargart

Kadife sokak No: 16
81300 Kadıköy
İstanbul

25 Mayıs 2004

şimdi hazır saçmalama kredimden çalıyorum;
SepTiC gibi köşeye bucağa
fotoğraf koymak filan istiyorum
ama ders çalışmam lazım ben o makineyi
bi elime alırsam sonra hiç bırakmam diyorum
o zaman burda ne işim var diyorum?
soruyu daha da globalleştirip
benim bu dünyada ne işim var bile diyebilirim
ama şimdilik sadece neden iktisat diyorum
cem bey?
yerim seni sosis sloganıyla çaylaklığı
harmanlayınca pek olmadı
"yerim seni çaylak sosis" demiş bulundum
sonra çok güldüm ama işte gitti bi kere mesaj...
lise döneminde vardır böyle tipler
ne yanlış söylense hemen yazar not eder filan
ben de final dönemi saçmalamalarımı not edicem
inisiyatif

kırk senelik insiyatif iktisat ödevi yazarken
oldu mu sana inisiyatif?!
phillips eğrisi ne kadar eğilirse
benim beyin kıvrımların o kadar karışıyor
a kiss is a terrible thing to waste
infoları bir ara ne kadar çok okurdum
bugün salı, 3 gün kaldı

protect me from what i want...

24 Mayıs 2004

apranax kafa yaparsa...

önce havaya 7 blog puanı vermekle başlıyorum
daha yüksek de verebilirdim ama 7'yi severim
afrodit misali bir gösterip de vermeyenlik yaptı
akşama doğru titreyenler pek bi komikti

bitmek bilmeyen dolmuş hikayelerime birini daha ekledim
sağımda ve solumdaki uyursa ben de uyuyorum
bir de reflex kaybı oluyor sanırsam
ikisini de bacakları bana doğru meyilleniyor
hadi sağ tarafımda liseli uzun bacaklı biri vardı
solumdaki yaşlı amca ise pek olmadı
ha bir de liseli kızların kıl alma sorunu var
neden etek boyuna kadar alırlar o kılları?!
neyse geçelim... bugünkü zaten trafik değildi
gerçekten başka bir kavramdı
son ayların en uzun boğaz turunu yaptım
ve son ayların en kötü baş ağrısını yaşadım

eve gelince de gözlerimi açamayan ben
hemen bir apranax forte hüpletip(!)
kafayı buldum resmen
şu anda ekatnso ile raks eyliyorum...
hatta kendimi karayiplere yolluyorum
masraflar benden! yaşadım yine...

-abi yenmiş kuzuların kemiklerini nereye atıyoruz?

NoT: GökSeL'den HasTaSıYıM

and it's burning in our fingers

çok sıcak bir zaman dilimiydi
ve ben daha oynamayı bilmediğim tavlayı
seninle yoruyordum, iki kişi için oynayan
tek kişi...
çaylar bittiği zaman da
hiç bitmeyen merdivenler vardı
nerden aklıma geldi diye merak edersin
hatta belki "üslup nedir?" diye de sorarsın
mayıs ayı doğum günü ayı gibi
kaçırmışım bir çoğunu derken çevrilen sayflarala
başka aylara başka yerlere gitmişim
rahat hayatlardan rahatsız hayatlara
ne zaman geçtik bilmiyorum
uyandığım zaman ayakucuna kıvrılırken
beynimin kıvrımları da benimle kıvrıldı bu sabah
ölmeyecek ama sürünecek arkadaşlarım gibi
sırf ses çıkmasın diye evlenmeyi düşünen
arkadaşlarım var... kimseye karışmıyorum
pireler yorganlar olsa gerek bunlar...
kaçıncı noktadan sonra kelimeler denize ulaşır?
kaçıncı sessizlikten sonra insan rahata ulaşır...
bugün ayın 24'üymüş, bitse de gitsek dediğim
zamanlara küser gibi oturuyorum salonun ortasında
bütün geçmiş zamanlar, çoktan geçmiş zamanlar
herşey bitmiş ben hala burdayım.

23 Mayıs 2004

Ne tuhaf. Kendimiz ve sevdiklerimizle ilgili
müthiş korkular içimizi kemirip durur. Yine
de etrafta dolaşır, insanlarla konuşur, yiyip
içeriz. İşlerimizi sürdürürüz. Duygularımız
derin ve gerçektir. Nasıl olup da bizi felç
etmezler? Bu duygularla en azından bir süre
için nasıl yaşayabiliyoruz? Araba kullanırız,
sınıfta dersimizi veririz. Nasıl olur da hiç
kimse dün gece, bu sabah ne kadar çok
korktuğumuzu anlamaz? Hep birbirimizden bir
şeyler mi saklıyoruz, karşılıklı rıza
göstererek? Yoksa bilmeden aynı sırrı mı
saklıyoruz? Üstümüzde aynı tedbili kıyafet.

Don DeLillo - White Noise

..."kimlikleri kaldırdıkları
dolaplardan indirerek kullanmak heyecan
verici bir serüvene çıkmak gibidir...
Tedbili kıyafetler hakkında çok şey bilen
kadınlar için bu serüven hiç de yabancı
değildir"...

Sadie Plant - Beyond the screens:film, cyberpunk and cyberfeminism
son günlerde hayat fazla karışık
daha doğrusu hayat fazla hızlı gidiyor
yakalamak ya da peşinden koşmak gibi
bi kaygım yok ama biraz daha durursam
sonra hiç yakalayamayacakmışım gibi
bu kelime fazla uzun
umarım bi daha kullanmam.

J.G.Ballard'ın kitapları çıkmış
Henry Miller'ın da Yengeç Dönencesi çıkmış
uluslararası film müzikleri festivali de varmış
benim cebimde para yokmuş
emir kusturica and the no smoking orchestra
geliyormuş gerçekten... ah filmekimi ah...
bahadır boysal yazmıştı bi keresinde
cihangirde kahvaltı ederken zümrüte
gelen gelin damat çıkışta arabaya binerken
nedime eteği tutarken çok geride kalır
ve eteğin havalanmasıyla evlere şenlik bi görüntü...
bugün çift katlının üste katında giderken
osmanbey taraflarında arabaya binmeye
çalışan bi gelin vardı yanında da
eteğini tutmaya çalışan bir damat
telli pofuduk eteğin sığmayacağını anlayan damat
hörş diye eteği havalandırınca ev şenlik tey tey...
crr dop

taksim meydanını terk ederken
devlet opera ve balesinin konseri için
biraz daha orda kalmayı isteyen canım,
çevre filmleri festivalini açan
kerem görsev trio ile durumu eşitlemeye çalıştı.
sanırsam başarılı da oldu hatta
festivalin açılış filmi malabar prensesine
çok deli yüksek not vermesem de
sınıfı haydi haydi geçtiğini biliyorum
keyifli bi geceydi diyebilirim
hastayım açılış kokteyl kuşlarına
çok deli yüksek not?

22 Mayıs 2004

günlük hayatta bu bilgi ne işime yarayacak demeyin
iki dakika durun düşünün (zaten iki dakikaydı di mi?)

insanları rahatsız eden, şeylerin kendileri değil
bu şeyler hakkındaki yargılarıdır

Epictetus (50 - 130)

gamsız baykuşlarımız yok değil tabi
onlar vişne suyu müptelası olmuşlar
illa tutturuyorlar ben anlamam ben dinlemem
vişne suyu içicem diye, amateme yatırıcam onları ben
aktüel tempo savaşlarına dahil olaraktan
iki dergiyi sırayla okumanın verdiği hazzı yaşıyorum
80'ler 90'lar ve "ikibin" neslini karşılaştırmışlar
yazıyı okumak isteyen aktüel dergisinin toplum kısmını açsın
fikir sahibi olmak isteyen de üşenmesin
şurda yazan iki satırı okusun...

kılık kıyafet,fetiş,jargon vs olarak karşılaştırmışlar
sonuç olarak bu neslin kayıp gençlik olduğu kanısı yaygın
her nesil için imgeler koymuşlar
mesela postal çizme video teyp filan
ama yeni gençlik için tangalı bir göt fotoğrafı
ehuehuheeh malum gündem konusu ya, ehuehuhehue
en sonda da Mimar Sinan Üniversitesi'nden Zeki Coşkun'la
konuşmuşlar sanırsam ve kısa bir röportaj-yazı vardı
başlık "herkes kendini tasarım olarak görüyor" idi
içinde geçen bir cümle ise;
"2000 kuşağı artık modadan kültürel donanıma kadar
kendisini bir tasarım olarak görüyor."

burdan kendi beynime sıçrıyorum
en şekil şemal meraklıları mimar sinan'dan çıkmıyor mu?
hadi ben yanılıyorum, bütün bu insanlar da mı yanılıyor?
benim de var msü'den arkadaşlarım merak etmeyin
siz şimdi beni msü düşmanı filan ilan edersiniz
güldürürsünüz filan beni, yazıktır zaman kaybı.
neyse öyle işte, kayıp gençlik olduğumuz, oldukları
tescillendi diye sevinmeli miyiz?
bakın Z kuşağı geliyormuş, daha güçlü kadınlar filan
amazonlara mı döneceğiz nedir ki?

imza: dağınık yazı yazma servisi
son dönem süper durum analizi:
cümleler düzgün kurulmuyor
kurulmadığı gibi de düzgün telaffuz sorunu
hatta yanlış yazım sorunu
nihaholay fritolay!
abaküs bulan çocukların neşesi üstüne bir de
fasulye boncukları edinince ikiye katlanır
ben daha abaküsteyim, geçelim...
winamp denen uygulama son günlerini yaşıyor
shuffle seçeneğinin takılı kalması
istenmeyen tüyler hesabı bir sürü şarkıyı
ben diyeyim gözler siz diyin kulaklar önüne serdi
ayrıca tümünü seç tuşu ayrımcılık yapmaya başlamış
haberimiz olduğunda üç gün geçmişti

mine is yours to drown in

21 Mayıs 2004

daha önce size loristen bahsetmiştim
alternatif baskı teknikleri
bayağı bi önce konuştuğumuzda kafasında
bi proje vardı, şimdi hafiften oturtmuş gibi
yurt dışındaki "photo a week" kavramı.
şimdi yaptığı sitede bunu yapıyor
alternatifleriyle beraber koymuş siteye
üretken olmanın birinci koşulu üretmektir!
can hıraş iltifatlar kaldırılmalı...
James Grotstein psikotik davranışı tanımlarken
psikotik kişiliğin "kendi iradesiyle hareket ederek
bedeni terk edebilen bölünmüş, cisimsiz bir ikiz
benliği yansıtmasıyla tanımladığını"
belirtir.
Bu durum Grotstein'a göre "sindirilemeyecek bir
yaşantı ile yüzleşmeyi erteleyen ama gerçeklik
duygusunu olumsuzlamaya, yıkmaya ve açıkça
silmeye yarayan bir savunma mekanizmasıdır."
K.R.

kızlar, gelinler...
son iki gündür herkesin iki laf edebileceği
bir durum söz konusu gündemimizde
her daim fatura yüzünden laf ettiğimiz trcell
bedava mesaj fasilitesi diye bir şey yaptı ya,
bilmeyenler ayın 20sinde "aa hadi ya" nidalarıyla
eşlik ettiler buna...
iki mesajdan sonra bu cadi parmakları birbirine
itinayla dolanan ben, farkettim ki
ben o gün içinde kimseye mesaj atmamışım
(gelenlere cevap vermedim değil)
uzun süredir mesaj fasilitesi kullanmayan benim de
söyleyecek böyle iki çift lafım vardı.
ha ama bu blog başka yerde yazıldı
bunun üstüne cart diye çizelim
tu-kaka okumayalım derseniz eğer
vişne suyu var dolapta içer misiniz?
ha evet bir de ölçtüm boyum uzamış.
hey yavrum hey...

20 Mayıs 2004

gerçekten karmaşa diye bir olgu var
nasıl yaratıldığına dair pek bir fikrim yok
eğer ki karmaşa hayatınızdaysa çözersiniz
eğer ki karmaşa geçmişinizdeyse bir ihtimal
geride bırakabilirsiniz (en iyi ihtimal)
eğer karmaşa geleceğinizdeyse...
bilmiyorum, ölmek çözüm değil
alternatif çözümleri arayın
all i needed was a tie,
zırlamak bile belli bir yaştan sonra
ne demiştim ölüm bile sadece ölüm
hem de izinsiz...

19 Mayıs 2004

"huseyin,huseyin
öpüyorsun öpüyorsun
parasını vermiyorsun"
sonra da masadan kalkıp giden bir rus kadına
içki masasındaki insanları kahkahaya boğduğu için
kim teşekkür etmez ki?
sessizce(!) bir fısılda bakalım

eve gelen sessiz telefonlar beni geriyor
ama beni geren kısmı sessiz olmaları değil
genelede ben evdeyken gelmeleri ve
benim dışımda herkesin o an cevap vermesi
ve "bi daha calarsa sen bak" demeleri
burda yatan gizli mesaj ya da
her yiğidin gönlünde yatan aslan şu oluyor ki;
"herhal seni arıyorlar ben açınca konuşmadı"
benim kendimin telefonu yok, rahatım
ama buraya gelince sekreter gibi
klavye yanı telefonlarla muhattab oluyorum
she wondered what it's like to be
just like anyone


eve gelen herkes albümleri bir kez analiz ediyor
benim de aklıma her seferinde başka bi hikaye geliyor
dallas'a yetişemedik ama bizde de dawson's creek vardı
ve bizim de joey'lerimiz jenn'lerimiz vardı
eskiden olsa aliye rona ya da gülşen bubikoğlu
için yarışırdık herhalde ama zamane gençliği işte
a kümesinin elemanlar b kümesinin elemanlarıyla
eşleşirse kümeler denk olurdu galiba
ama bizde hep a kütmesinin elemanları
b kümesinin tek elemanıyla eşleşirdi
dönem dönem bu eleman değişirdi ama olsun
bunun dışırdaki atraksiyonlarsa gülünçtü
birileri platonik rolünü alırdı
diğeri de joey rolünü alırdı
sonra platonik kümesiyle a kümesi geri eşlenme
yapamadığı için azar yerdi filan
apartman eşiklerinde ağlayan kızlar
yere atılan çekirdek çöpleri, sahildeki geyik parkları
çocuklardık, parlak yıldızlardık o zaman


aklım karıştı galiba
işitsel kriz görsel krizin üstüne binince
duraksamak kadar saçmalamak da legal
anlık sürçmeler bunlar...

18 Mayıs 2004

"Bu dijital benzeşmeye hayranlıkla gözümüzü dikerek
bakıyoruz; özellikle benzeşme oldukları, yeni bir çeşit
canlı vizyonun capcanlı ejderhası oldukları için
"aura"ları var. Oluşturdukları "ideal" doğa yasalarından
başka, kendileri dışındaki hiçbir şeye göndermede
bulunmuyorlar. Üzerlerinde ne kadar manipülasyon
özgürlüğümüz olursa olsun, sahip oldukları bir
"mesafe niteliği" var, çünkü sanal alanın maddi
olmayan egemenlik alanın içinde bulunuyorlar"

"örneğin dijital işleme tabi tutulan fotoğraf,
kendi dışındaki hiçbir şeyin kanıtı olarak
kabul edilemez."

Gene Youngblood
astral yolculuğa çıkmadan çay içemeyen
yeni gençlik miyiz gerçekten merak ediyorum
eskiden aşıklar merdiven altında şarkı söylermiş
şimdi yan masalarda yapılan serenatlara sağ tıklayıp
kaynağı görüntüle dediğimiz zaman
kendi sistemlerimizin (yanıt vermiyor)
yazdığını görüyoruz, ne eğlenceli ne eğlenceli
sonra masa üstündeki iki ikonu alıp,
başka bir dizine yapıştırıyoruz
yine tekrar edelim; ne eğlenceli ne eğlenceli
yeni gençlik işte dedik, dedik gerçekten
ama güldüğümüz için başka bişi anlamış olabilirsiniz
adımı gördüm, pek bi sevindim
farketmemiştim daha öncesinden...
rein ajanları da olmasa ot gibi yaşayıp gidicez.
hatta daha geçen gün ben yapmadım miki yaptı geyiği
yaptıktan sonra gülümsedim bile
ana sayfa ise NiKiTadır
bilginize, ilgime...

17 Mayıs 2004

çok sinirlenmekle az sinirlenmek arasında fark yok
yani belki tek harflik vuruş farkı var
tartışmaya değer mi bilmiyorum
sinirlenmek eylemi özünde zaten ağırlık taşıyor
en azından bana göre öyle
son dönem shuffle gücüne olan inancımla beraber
ters giden ne varsa önce düz gitmeye başladı
meğerse teğelmiş bu sadece,
ipleri çekince elimde kaldı...

16 Mayıs 2004

çerez blog

hatır gönül işlerinden anlamadığımı söyledim
telefona çağırılıp bir gün sonrasında
iki kulağımda ağırlıkla gezmek
gönlü olsun diye belki de...
akşam uzanmaya iki kala göz hizasına almak
ve bütün gün miki minnie ile gezmiş olmak
ama farketmemek.
artık miki mi işedi ben mi sıçtım bilmiyorum.
karmaşaya el sallıyorum gözlerim kapalı

"geriye dönüp baktığımda" demek için
belki de gerçekten geriye dönebilmek gerek
ve bunu yapabilmek içinse
gerçekten geride bırakmak gerek
bunun olasılığı üzerine konuşmak
nefes tüketmekle eşdeğer olduğu sürece
hepinizi spinoza diye çağırabilirim
okuduğunuz her hangi bir kitapta
ilerlediğiniz her sayfa size
"geriye" dönme hakkı kazandırırken
hayatınızda yaptığınız hiç bir şey
bu hakkı kazandırmıyor aslında
düz bir çizgide durup ileriye doğru
attığınız adımlar hariç.. sarhoş değilseniz..
büyüklerden birisi şakayla karışık
"senin ruhun bir yerde sıkışıp kalmış zaten"
dediği zaman bunun nedeni ileriye doğru
atılmaya çalışan bir adımdan mı kaynaklanıyordu
yoksa zaten atılmış bir iki adımdan sonra
geriye dönme merakından mı kaynaklanıyordu
tek bir bakış için -en kısasından-
bu kıstırılmaya değer miydi...
kim bilir, blah blah blah
ve keçiler dünyayı kurtardı.
bostancı taksim dolmuşunu inatla
haliç köprüsünden geçirmeye çalışan
kızlardan bahsetmiştim bugün ama
kendi kendini uçurmuş yazılar...
akşam kutlama kaosu beni gerdi
evime dönbilmek için iş yerinden
kaçar gibi çıktım...
ve bu arada daha önce de blog silmiştim
ama bunun nedeni ya insanlar rahatsız olmuştu
ya da yazmak istediğim dışında
her anlamı çıkarmışlardı o bloglardan
bu zaman zaman benim noktalama işareti hatamdan
zaman zamansa insanların iç fesatlığındandı
şimdiyse tamamen benden kaynaklanıyor
çünkü atladığınız bir şey var
sizinle işim bitti, umrumda değil
e haliyle de ne sanacağınız size kalmış
mon cher
şaşırmak eylemi bile boyut değiştirebiliyor
şaşırmak eylemi kendini şaşabiliyor
kendinden emin bünyelerin hepsi (+1ler dahil)
hiç beklemedikleri bir anda şaş'abiliyor
ve geriye kalan kocaman bir gülümeseme oluyor
bütün gün yüzünüze yapıştırdığınız
hep birisinin güldürmesini bekleyerek
bütün hayatı boyunca somurtanlardan sıyrılıp
sadece kendi yaptığınız bir şeye
sadece kendiniz yaptığınız için gülmek...
isimlere şartlanmanın verdiği yanılgı

geçen gün film bitince pervasızca
+ ve - ye basmaya başladım
çocuğun boynundaki vip kartında the climb yazıyordu
sonra bir daha artı ve bir daha artı.
TatLı SerT

istediğim içkiyi söyleyince
arka arkaya şu iki soruyu sordular;
"sevgilin mi terketti?" & "yeni bi sevgilin mi var?"
hani sarışın da değillerdi...
tanışılan hatunlar yine akıl dersi verdi
(huyumkurusunancahatunlarlatanışıyoruz)

-hocam saç yapmışsınız
-veriyim de bi fotoğrafını çek

15 Mayıs 2004

bundan bilmem kaç yıl sonra
geriye dönüp bakar mıyım bilmiyorum
belki bir çaycıda vapuru beklerken yaparım bunu
ya da otobüs beklerken...
buna ayrılan krediyi çoktan tüketmişim
EgoMyLeGo cuma çıkartmasını yapmıştı da
biz bütün kapı arkası sohbetlerini
üst kata taşımıştık, elimizde torbalar...
"bu kadar insan girmeden önce hayatıma" diye
başlayınca kendisi devam ediyordu artık
benim yerime, benim cümleme, benim sıkıntıma
0-12 yaş arası zihinlere ilgi duyan zihinler
bundan sonra maksimum bir ay daha yanımda olur
sonrası meçhul.. sevimli bir meçhul...
bu kadar vişneden bu kadar çekirdek çıktıysa
ama bir reçel tenceresini doldurmadıysa
sen de benim sevgilimin hiç tanışmadığım
ama en yakın arkadaşı gibisin...
metafordan nefret etsen de anlamlara meraklısın
kendinden nefret etsen de sudaki yansımana hayransın
köşede 02:45 yazıyor

belki de gerçekten bu kadardı
bundan ötesi yoktu ve bundan berisi de
gördüklerim göreceklerime eşit değildi
ama yaşayacaklarıma bundan sonra
ne bir yenisini katabilirdim ne de fazlasını
ağzı umutlarla dolu olanlar yaklaştıkça
ağızlarından döküp saçarlar o umutları
bana gelene kadar bir tane bile kalmaz
zaten verecekleri umutla
gerçekten verebilecekleri huzur arasındaki ince çizgi
iki uçtan tutulup çevirilince
4 kişi aynı ipte atlayabiliyordu
her dakika saçmalamakla arada bir saçmalamak
arasında zerre fark yoktu ve hoşgörü denilen şey
sınır zorlamaktan başka birşey değildi
bir bünye başka bir bünyenin herhangi
bir sıfatı taşımasını kattiyen anlamazdı
mutlu,yorgun,üzgün,heyecanlı,bıkmış
ama kendisi bu sıfatlardan birini bayramlık gibi
üzerine yapıştırdığı zaman sınır kelimesindeki
n harfine takılan kanca kilometrelerce uzağa giderdi
ve sınırlar böyle böyle genişlerdi
mani-i gazza, gazza-i ekber demişti osmanlılar
ve osmanogullari da g'nin kuyruğuna takmıştı kancayı
tarihin ilk zamanlarından beri böyle gelmiş
bu saatten sonra bize mi düşerdi değiştirmek
"bir şeye alışmak onu kabullenmektir" derler
alışkanlık yapan hiçbir şey benim bi parçam olmadı ki
tam tersine üzeri biraz küflenmeye başlayınca
küfünü temizlemeye çalışırken canhıraş bi şekilde
benim de derimi yüzüp gitti...
şimdi benden gülümsememi istiyorlar ve hatta
gözüme güneş kaçtı diye hapşurmamı bir de
ben ne gülümseyebilirim ne de başka bir şey
ağaçlar var ve yeşiller, bu kadar...
ah mon cher,
neyi unuttum biliyor musun?
hemen hizaya gelip söylemek istiyorum.
tam anlamıyla üçe ayrılıyorlar
kreatif
kazara
bilinçli

ama bir tanesi bilinçli ve bilinçsiz arası
resmen sürünüyor...
gelin görün ki ben bu durumdan pek memnunum
sadece yer sorunu

14 Mayıs 2004

yüzdük yüzdük yüzük

(hatır) gönül işlerinden anlamadığım gibi
metal aparat işlerinden de anlamam (idim)
ta ki bu seneye kadar ve insanlar,ah insanlar
sözlenene evlenene nişanlanana kadar
maviiiiiiiii diye bağıran hatunların
sol elleri boşkene, bomboşkene
mışıl mışıl uyuyan abiler altın aparatlı
tabi edit gerektirecek bişi yazmış olabilirim
bu hayatta her şey mübahtır
ve bana sorarsanız da;
savaşa giden her yol mübahtır...
teknoloji insanlara neler yaptırıyor
eskiden köşe başında bekleyip
"böh" sesinden korkardık
şimdi ise "acaba ip numaramı kaç kişi biliyor?"
sayıklamalarıyla zamane gençlik listelerinde
adımızı üst sıralarda görüyoruz


tatili özlemenin bile bir anlamı yok ki artık
eskiden yazı beklerdik sağa sola giderdik
aynı hayalleri şenlikler için de kurardık
eah abicim ne oldu? biz büyüdük ve kirlendi dünya...
tatil fotoğraflarını kesmeden beyinsel kolajlardayız
ararsanız bulamazsınız, kayıplardayız.
Alexis - Merlot - kıbrıstan yüzmüş

13 Mayıs 2004

EnTeR'ına hasta olduğumunun...
elleri görelim

haydi şimdi bütün eller havaya tırınım
yurdumun genç kızlarının ellerini kıçına mı kaçtı
merak içindeyim, beni de böyle boş meraklar alıyor
ne zaman bir çift görsem erkek kısmısı
kızın çantasını almış sarmaş dolaş yürüyorlar
genelde bu tip bir manzarada çanta ufak ve pembe
olmakla beraber görüntü itibariyle rezil oluyor
bir erkek ve elinde pembe küçük bir çanta
bir üç beş yedi tane görünce ki-ku-sa-sın japonu.
zerre haz etmem bir şeyimi birinin taşımasından
vakti zamanında bir hadi bilemediniz iki istisna varsa
tutup anlam çıkarmaya çalışmayın
o anlam bir anda kayboluverir ortadan
sonra bir daha çıkarmak için uğraşırsınız, yazık...


belki dün gibi değildi ama elimde o çok beğendiğim
pek anlaşılmayan fotoğrafla galeriden çıkışımı hatırlıyorum
üstümdekileriyse gayet net hatırlıyorum...
bir kere daha görünce bir kere daha hatırlıyorum
uçarak gidiyorum ve içtiğim iki kadehi boşu boşuna
kar sayıyorum...
o iki kadehe kaç tane daha ekliyorum
üzerine yorum yapamadığım şeyler ve boooom!
sevinmeli mi üzülmeli mi? kırılan kolonlar...
retrospektif sergi açamadığımızdan olsa gerek
hayatlarımız her daim retrospektif...
bir an olmasın ki bir yerden bir fotoğraf
bir şarkı çıkagelmesin ya da birisi "bu ne güzel" demesin.
eh demesin tabi ama hayat bu.
sesli notum boş

eh tabi yemyeşil ovaları görünce aklım uçmuş
şimdi de hatırlamıyorum tam olarak ya neyse...
sabah hemşire gayet cana yakın bir şekilde
"biraz bastırıyorum,kanaması durmadı da" dedi
pek güzel gülümsedi diye ben de gülümsedim

okula vardığım sırada yarı hisli yarı hissizdim
yanımdan geçen kız ağlamayı kestiği bir sırada
"biraz saf olsam herşey ne kadar güzel olur" dedi
bugünün iki cümlesi olarak seçtim bunları,
yerseniz...

suitcase geldiğinde gripin hala oturuyordu.

yan yana fotoğraf çektirelim

gülümsemeye doyduğum anlardı,kalabalıklarda
yarım ay tuşuna basınca kendimi bir anda
microsoftun yeşil ovalarında buldum
peki kendi çiçek böceklerim nerdeydi?
tek kelime bilgim yok bununla ilgili...

iki sene önce (dün bu cümle öbeğini yaklaşık
10 kere telaffuz ettim,were those the days?)
doğum günümle ilgili tek bir dileğim vardı
ve bir kere bile telaffuz etmemiştim
ama birileri bunu gerçekleştirmişti (kazara)
dün de birisi camıma ufak bi taş ataraktan
beni dışarı çağırdı, çıt sesini duyunca başladı
yüzüme yayılan o gülümseme zaten.

burdan "bir şeyi çok istersen oluyormuş"
mottosuna varanlar, bırakın kek pastayı
suyu bile haketmiyor, hemen dışarı çıksınlar
içinizden birinin fena halde nazarı değiyor
sadece bu satırı okuyarak bile sevinebilir
buna bile izin var hatta öyle diyeyim...

pilli bebek - siyah beyaz

12 Mayıs 2004

CeRbeRa sağolsun
dünkü spontane her bir şeye renk kattık
yeni çıkan albümlerden bi haber olmak değildi bu
dinledim ve psikolojik bir alt okuma yapmadık
yapar mıydık bilmiyorum ama eğlendim ben
mor etekler danteller fırfırlar hatta
içeriğiyle çok barışmasam da (gelsin1i gitsin1i)
pek bi gülerek ve duman zannederek şarkılar dinledim
daha çok içeri koşup yıllıkları getirmeyi tercih ettim
eh gecenin bir vakti uyanıp kitap isteyenlere
7 yi verince koca kitapta tek bi yer işaretlenmiş
bunu fark ettim kendimi de gark ettim

23 diğerinin bokunu temizlemek,
aşkın varlığını kanıtlamaz.
diğerinin aşkını temizlemek,
bokun varlığını kanıtlar. C.A.


bebek bakıcılığı yapmaya gidenler
"bana burda boklu çocuk bezi yıkatıyorlar,
ben sevgilimin donunu bile yıkamam"
nidaları atıp telefonu kapatınca
"yani aslında yıkarım, o ayrı" diyorlarsa
ben de bu benzetmeyi böyle piç edip somutlaştırırım.

11 Mayıs 2004

don't wanna weep for you, don't wanna know

10 Mayıs 2004

bir de eklemekten acaip haz duyacağım ki;
buraya yazacaklarımı ben aramıyorum
onlar beni buluyor...

all i can say is that my life is pretty plain,
i like watchin' the puddles gather rain...
and all i can do is just pour some tea for two..

kompedan

ilaç ismi sandıydım, güldüm...
nerdeyse yol ortasında tanga seçmekte
yurdumun nadide genç kızları
Louisiana'da hakimin biri de güldürdü beni
düşük bele el atmış; "aile görevini yapmıyorsa
hapis ya da 500 dolar para cezası koyarız."
hın hın hın, hörş hatta.
bu yargıç gençlerde g-string görmekten bıkmış
ben de dedim ki amcama nası bıktın?
sordum hatta siz ikinci sınıfta
pazarlama teknikleri dersi almadınız mı?
meğer sadece pazarlamaya giriş dersi almışlar
eh, dedim...
ve herşeyden önemlisi varlığını saklamak için
yokluğunu seçmek yerine yokluğundan korkup
varlığından vazgeçilmeyen ilişkiler

LaiN
hatun kısmısı toplanaraktan
geç saat iznini kapalı evlerde geçirirdi
o zamanların sabahındaysa geyik hep geyikti
"birlikte yaşayan hatunların yumurtlama dönemi"
tarihlerin yakınlaşmasıyla ilgili mevzu bahis teori
kişinin geri ya da eksik kalma korkusu demişlerdi
komik işler bunlar, ama eğer geçerliyse
ve hatta ben bunu her türlü şeye uyguyarsam
ben bırak yaklaşmayı, bazı konularda
fazlacana geri kalmışım
yeni moda selebriti camiasıymış
4 hatunun 2si gitar,1i zil taşıyorsa
geriye kalan solisttir...
herkesin ortasında onu sevmediğini
ama o noktadan sonra saygı duyduğunu söylemiş
eh ben de görseydim yolda ve tekrar tekrar
o gözlerini bana dikseydi
yaş itibariyle bir saygı duyduğumu amma velakin
zerre haz etmediğimi söyleyecektim kendisine
yolda görmesem de zerre haz etmediklerim var
ama saygı duyuyorum, yazı yeteneklerine
başka başka insanlar olması neyi değiştirir ki?
aldığı fırfırlı elbiseden bahsetti uzun uzun
ben de dinledim, arada dinliyorum
sonra dedim benimki de yolda
kimse inanmadı, başta ben de inanmamıştım...

yaza gelmekteyiz anlaşıldı gerçekten
bütün yer yön tabelalarında yaz yazıyor
on sene iç mekanlarda tutulan aşklar
bu seferki sene-i devriyesinde patlak vermiş
yurdumun genç kızlarının dirseklerini masalara
dayayaraktan düşünme payı bırakmış
hatta yurdumun yağız delikanlıları da
"dünyayı ayağına sererim" demişler
kırarım o ayakları diyecektim
ailenizin üçüncü kişisi olarak ama
biz çok gördük o ayakları demek daha bi
haz verdi bana bir öğle vakti...
sadece angelina jolie filmleri yayınlayan bir şirkette
memurluk yapan bir adamın sorunlu kızının portfolyosuna
bakmak için buluştuğunuz zaman olaya waffle olamazsınız.

blogger'a yaz gelmiş
şekil yapmış, hayırlısı diyorum, olmamış bile diyorum.
ve hatta geçenlerde birisine
"iyi güzel de sitenin görünüşü pek bi kötü"
dediğim zaman bana "görünüşten bize ne,önemli olan içerik"
cevabıyla oturduğum yere
iyice bi yerleşmek zorunda kalmıştım.

9 Mayıs 2004

böyle bir haberci - gazeteci kılığı sezilmiş bende kanımca
yalan bunlar hurafe...
siz gazete gibi yeni haber okuyun diye değil bu site
benim canım yazmak istiyor diye...
otel odaları her daim sevimsizliğini korurken
en çok da kışın meymenetsiz görünürler
mevsim kendini bahara dönmeye zorlarken bile
sonbahara dönmeye zorlarkan bile
suat mıydı bir tek kadınlığının sonbaharında olan
yoksa hoşnutsuzluğun kışı uzun bi mevsim miydi?
değişmezdi ya hani bazı şeyler
ne severdik aslında güneşi denizi
ve hatta dershaneyi...
hakana gidelim mi derken hakan burda mı oturuyor
derlerdi de gülerdik katıla katıla
şimdi sadece taksim yollarında dolmuş camlarının
ya da otobüs camlarının arkasından bakıyoruz
sahte kurşun kalem izleri gibi bazen
o kadar şeyi aklımda tutmaya çalışırken
"sen çok unutkan olmuşsun" diye kaşlarını çattı
"boris vian'ın bütün kitaplarını okumak
onu sevmek anlamına gelmiyor" dedi dün
hatırıma düştü yoldayken
"okudun mu" sorusuna "sen ne diyosun" tarzı aldığım cevap
hatırıma düştü, o zamanlar buralar hep yeşildi...

8 Mayıs 2004

bizde bi kız vardı, pek sevmezdik
o bizi sever miydi bilmiyorum
neyse gel zaman git zaman
kız çok dangalak tiplerle takılmaya başladı
biz de gitmeye meğilli tabanlarımıza bastık
ve uzaklaştık haliyle
eskilerde bi zaman yine bi gördük
acıdık mı sevdik mi tam bilemedim
biz onu istemedik
o da gitti onu isteyen birilerini buldu
eh şimdi kıssa hisse mi benim üstünde durduğum satır
yoksa keyfinden mi sallanıyor bu satır
çatır çatır...
hak hukuk ve gak guk dağıtımı yapılacak gibi
yakın yakın zamanlarda
ne zaman mevsim yaza dönse geri gelir ahali
biz bu sefer balkonlara çıkıp bekleyeceğiz sanırsam
tek fark bu...
ve kimse cama ufak taşlar atıp uyandırmayacak.

hava kavuruyormuş dışarda
ben daha yeni yeni sıcağı hissediyorum
hem daha özlü sözlere bile geçmedim
nisan mayıs ayları gevşer gönül yayları
pekiştirme sıfatı bile kullanırım burda ama
bir tek ben gülerim o zaman neşesi kalmıyor
BuTToN anıtı yaparım
yine de hakkımı helal etmem
tutamıyorum ki kendimi, gülmeyeyim desem
otostopçunun galaksi rehberi yeni baskı mı yapmış
naapmış öyle ya...
vapurda adamın biri okuyordu
bende reng-a-henk canım kitap
adamın elinde kara kara kaplı bişi

ON THE AIR YAAAA


bu işler böyledir
komşuda görürsün dantel örneğini filan istersin
biz de NaHNu'da gördük
sonra gittik Türkçe Blog Destek Merkezi'ni gezdik
sonra yattık kalktık yattık kalktık
baktık ki link denizlerinde yer edinmişiz
tabi sadece bununla kalmadık
biz de karıştırdık link denizlerini
Plastik Rüyalar'i gördük, sevdik
eh, her zaman plastik kanatlar olacak değil ya
bunlar da plastik rüyalar...

7 Mayıs 2004

birileri dünden beri
bi şarkı arıyor
benim tavsiyemse
o şarkıyı babasından değil
oğlundan dinlemeleri...
ayrıca şu internette yeni moda bişi oldu
zerre haz etmiyorum
poster yazıyorum kendi kendine link veriyo
tolkien diyorum yine aynen
gak diyorum link guk diyorum link
kardeşim ben vermiyorum bu linkleri...
Kara Kedi Kültür Merkezi'nde bir kolaj resim sergisi varmış
belli bir kesimin ilgisini çekeceğine şüphem yok
misal şu örnekle başlayabiliriz
poster for new istanbul exhibition
sergi haziran sonuna kadar açık kalacak, ilgilenenlere...

Kara Kedi Kültür Merkezi
İstiklal Caddesi
Büyük Parmakkapı Sokak
Hayat Apt. No: 8/10 Kat:4
Beyoğlu/İstanbul
Tel: 0212 251 6273
Email: karakedikultur@mynet.com

..ResPecT..
a.k.a.
PieRRoT
dün bir gaflette bulunup bir sergi açılışına gittim
çok sevdiğim bir arkadaşımın da fotoğrafları vardı
ama sosyete düğünlerine vs bok atan zihniyet
bir kere de bu sergilerin açılışına gitsinler
ve ağızlarının payını, boylarının ölçüsünü
artık ne alabiliyorlarsa alsınlar...
mevzu bahis sergi ortamında eserlerin prezantasyonu
üzerine bir şeyler yazmak isterdim ama
insanların kendi kendilerini prezente etmesi daha ilginçti
sergi kuşları, açılış kuşları, şekil insanları.
bakıyorum bakıyorum ben bu insanları liseden tanıyorum
ama lisede böyle değildi bunlar diyorum
onuncu dakikadan sonra uflayıp puflamaya başlıyorum
camianıza bir size iki diyerek derneğe geri dönüyorum
yol boyu söverek ve gülerek yapıyorum bunu tabi
uzun süren toplantının bir kısmında geyik anı tezahür ediyor
ve ordaki hocalardan birinin daha açılışta olduğunu
ve insanların ne kadar komik olduğunu duyuyorum
gülüyorum valla ne diyim..
ben de giyeyim fırfırlı dantelli mor eteğimi yırtık çorabımı
negsel olurdu di mi camia'cim.

yiğidi öldür hakkını yeme bölümüne geldim sanırsam.
Aksanat'ta "Sıkıntı ve Gökkuşağı" adlı sergiyi gezin
ben gezerken biraz bienal tadı yakaladım
üst katta bir ara ex-libris tadı bile vardı.
kuratörlüğünü levent çalıkoğlu yapmış
gezin bakalım siz ne diyeceksiniz...
ama siz yine de açılışlardan uzak durun
boy göstermek gibi bir merakınız yoksa...

6 Mayıs 2004


her zaman sağdan soldan haberler verecek
ya da sağa sola geçirecek değilim ya
ya da ya da hakkımda atıp tutmanız çin size
her daim malzeme hazırlayamam ki yazık bana ;)
ee...blogda ilk kez smiley kullanmak bu cümleye nasipmiş

bugün deney yapıcaz sizinle
önce ayak baş parmağınızda her adımınızda
yere değen bir noktayı kırmızı kalemle işaretleyin
sonra oranın acımasını sağlayın
acı eşikleriniz farklı olacağı için eşiği şöyle belirledim;
pazar sabahı gazete okumak için kanepeye oturuyorsunuz
elinizi yerdeki gazeteye atıyorsunuz ve gazetenin bir sayfası (tek sayfa)
kırmızı işaretli yere değiyor ve siz kıvranıyorsunuz
herhal ne demek istediğimi anlatabildim.
acı eşiğini belirlediğimize göre bir sonraki adıma geçelim;
haftada bir bazen daha seyrek olarak
elinize sivri uçlu bir makas alıyorsunuz
sonra ya allaaa diyerek makası bu kırmızı noktaya daldırıyorsunuz
yarı hisli yarı hissiz olduğunu düşündüğünüz kırmızı noktanın
aslen %500 hisli olduğunu anlıyorsunuz ama
yine de yılmıyorsunuz, kendinizi kasmaktan
yorgun düşene kadar devam, hadi hadi!
bütün işlem bu kadar ama tatlı niyetine bir de şu var;
deşme işleminden sonra 10 dakikalık bir yürüyüş
artık sürünür müsünüz topallarmısınız size kalmış...
unutmayın onun üstüne her gün basmak zorundasınız.

KudRa...'yla bir ay adlı programı izlediniz
eh, artık reklamlar...

NoT:oeh, rahatladım mı ne?
bir de şöyle bi durum var
bir gördüm bir daha bir daha gördüm
vakti zamanında hayatımıza girmis olan dEvianTarT
sağolsunlar giriş hızıyla çıkmıştı hayatımızdan
SezYuM yazarlarından BaccHaNeLe hanımın şu sayısında
yer verdiği hatunlara dün Zip İsTaNBuL'da
Türkü Türkü Temizlikçi Kadınlar yazısında rastladım.
fotoğrafın asıl kaynağı için başvurun, tıklayın, tekmeleyin
windows ciddi bir hatadan kurtarıldı
bilgisayarlar bile böyle böyle kurtuluyor demek ki
-hoca bizi götürücek, onun heyecanı var şimdi
nereye evladım parka mı diyesim geldi
üç adam bir araya gelir camiayı kurtarır zaten
-çok düşünüyorsun ve sanki ne derler gibi ya da
kesin buna bir kulp takarlar diye...

çay içmek bazen garip bir hal alabiliyor
hele ki böyle konuşma ortamlarında
-sen yatmadan bi cacık ye artık
benden olmayacağı kadar bu adamlardan da olmaz
mevsimi de degil desem yalan olacak
badem badem salatalık kaynıyo etraf.

"Hayatta hiçbirşey Velazquez'in resmi kadar
belirgin ve net değildir. İş
hayatı gerçekleri size Picasso'nun
resmindeki gibi sekil değiştirmiş
olarak gösterir. Picasso'nun resmine bakıp,
Velazquez'in resmini
görebilenleriniz başarili olacak,
diğerleri kübik şekillere bakıp yanlış
anlamlar çıkarmaktan gerçekleri hiç göremeyecek."

Muhan Soysal

sessizlik...

5 Mayıs 2004

çitle eşek çitle

su boyunda çekirdek satışına bir son vermişler
bir tane de çekirdek çitleyen eşek heykeli dikiceklermiş
tam şu noktada nerde o eski su boyu demek istiyorum
biramızı alıp arka bahçenin karşısında porsuğa doğru oturmak varken
şimdi ne oturucak yeri kalan ne de çekirdek çitleten bir su boyu...
eh ne diyim, bir şehre ait olmadığını hissettirmenin en iyi yolu.
metro-seksüel içinse hafifraylı-seksüel.

şenlikler başladı

BuGüN YemekTe Ne Var?

o kadar gazete ve derginin arasında sıyrılıp gözüme çarptı
FORWARD
hoş ben nisan sayısını almışım ama olsun
mayıs çıksın mayısı da alırım
nisan ilk sayıları ve gayet başarılı bir sayıları
kapakta yazanlardan bir kaçı;
tolkien çizerleri, kült filmler, einstürzende neubauten vs...
kendileri de içerikte manisfestolarında yazmış zaten dertlerini
ayrıca yazar çizer tayfası fikrini sevdim
eh, artık eski arkadaşlar dergi çıkarır oldu
biz de yazar çizer tayfasına bakarken görür olduk.

gezerken tozarken bir de bu var dedim
şöyle bir portfolyoya takıldım
arada gerçekten güzel şeyler var
ve hatta objects kısmı değişik geldi bana
ama işin garip yanı ordan da sıçrayarak
KoRaY BiRaNd diye bir digital portfolyoya ulaştım
ve gerçekten hem sitenin dizaynı (ben ne anlarım)
hem de fotoğraflar gerçekten hoşuma gitti
link denizi sağolsun şu siteye geçtim
ve ben böyle tasarımlara kurban olayım daha ne diyim...

yemekte ne olduğunu soranlar muhtemelen doymuştur
son olarak bunu tatlı diye mi yoksa meyve diye mi
alırsınız orası size kalmış...
Trip WebZiNe öncelikle "beat" bir eylem olduğunu söylemiş
küçük bir manifestovari yazından sonra balık size yolu gösteriyor...

where's my babel fish by the way?


3 Mayıs 2004

bu bir ilk...
yolda patinaj yapan arabaların izlerini silmenin ötesinde
vizemin uzatıldığına mı sevinmiştim
yoksa içtiğim iki kadeh kaslarımı kontrol mu ediyordu
eskişehirde akşam oluyordu
ve muhtemelen istanbulda da...
"burda yıldız kayıyor ya orda?" mesajı gibiydi bazen hayat
...komik...
burası dosya kaynıyor şu anda
ve ben bu katta kimseyi tanımıyorum
kürtçe bilmediğim kadar yakın bu insanlar bana
ve sabah uyandığımda hala kırılıyor olabileceğimi unutmuştum
belki o da unutmuştu... bilmiyorum...
bazen 1,5 dakika yıllar sürüyor
ama bazen 4,5 saat yarım saatimi alıyor.
bu kadar geç farkettiğim için üzgünüm
paperclips

2 Mayıs 2004

and you can't change the way she feels
but you could put your arms around her


kimsenin kızamayacağı bir şekilde gidiyorum
ama bunu yazmadan olmazdı...
belki bu kadar ingilizce yeterdi
oh,no! don't tell me that they've put the plants back
çok fazla havada herşey, oturtamıyorum ve yorgunum
je ne veux pas travailler
gelmemem gereken bir yerden mi geliyordum?
nerden geliyorsun?
bilmiyorum ki kim yanılıyor
thanks for the fantastic photo
bu son belki de bir süre için
gone dady gone...

1 Mayıs 2004

sabah işim vardı
zaman kavramını kaybettiğimden beri
işim var zaten...
eski zaman olur ki
pop camiası yaza yaklaştıkça şarkı sözü bazında sapıtıyordu
durum itibariyle back vokal yapılası şarkıların hepsine
gülüyorduk.. kıs kıs...
şimdi yine yaz geliyor filan ve hatta falan.
oysa LoMo'yla çektiğim fotoğraflarda
gökyüzü o kadar güzel gözüküyor ki...