26 Nisan 2007

belli bir yaşa gelince insan çok iyi biliyor,
ne yaparsa kendine, ne yazarsa kendine....
dün ilk kez rüyamda gördüm
bir hayali görmek beni bu kadar bertaraf ediyorsa
bir sureti görmek neler yapar...
her hangi bir yerde yanlışlıkla adını duymak
ya da fotoğrafını görmek gibi de değil
öz be öz kendi bilinçaltımdan geldi herşey
rüyamda gözümün içine bakarak
"amaaan, boşver ya, atlat geçsin, amma takıldın"
diyen bir insan görmek,
kendi biliçanltımın bana oynadığı bir kahpe bizans komplosu olsa gerek
bugün günlerden her hangi bir gün,
bugün aylardan en önemsizi.
içimde yine aynı his, gittikçe artıyor.
içimde bir kayra gün geçtikçe büyüyor.

25 Nisan 2007

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden
ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Nazım Hikmet

önce gözlüğüm düşüyor sandım,
sonra burnumun sızladığını farkettim
ama o arada ağladığımı farketmedim
sonra sevindim hala ağlayabiliyor olduğuma
geçmişime hiç yoktan böyle bir borcum vardı
hala nefes alıyorsam ve hayati fonksiyonlarım devam ediyorsa...

bundan tam beş yıl önce bu aylara yakın bir zamandaydı
kaç yaşında olduğumu hatırlamamı gerektirmeyecek bir yaştaydım
aslında hala hatırlamamı gerektirmeyebilirdi...
biz bir teras katındaydık
ve karşımda Tarık Öcal bu şarkıyı söylüyordu
ben çok şanslıydım, oradaydım
bu akşam da çok şanlıydım, çünkü oradaydım
bütün meselenin yürekte olduğunu duydum yine
yine içimden bir şeyler koptu, yine gözlüğüm düşüyor sandım

bozulan sinirlerimi düzletmek için aklıma ilk gelen
abi kişinin alet çantası olduğu için biraz gülsek de
içim dışım bir gezdim yine yollarda
"ben bu şehrin geniş yollarında geziyorum ama bilmiyorum ki
şehir beni seviyor mu?"
hala bir şeylerle dalga geçebildiğime göre bende umut vardı değil mi?
ama benim umudum yoktu, olmasının da bir önemi yoktu
insan bir yemeği yapmayı bilmiyorsa,
o yemeği yemeyi de bilemez, sindirmeyi de.

şimdi geriye kalan tek şey ne kadar kısa süre içinde
eve dönebileceğimizi hesaplamak,
kendi evimize, içimize.
insanın tek kurtuluşu kendindedir diyen insanlara gülmek istiyorum
ben güldükçe belki onları duymam
belki zihnimi dürten herşeyden arınırsam, gülmekten vazgeçerim.
ve ben gülmekten yine vazgeçersem...
vazgeçerim.

gül ile gülistan arasındaki ilişkinin geçerliliğine inanmadığımızdan beri
hayatla olan ilişkilerimiz bir nevi paralax hatası
hani bizim bakmamızdan değil de koşullar itibariyle,
onun kendisini gösterme şeklinden yanıyoruz için için
günün sayamadığım kaçıncı ışığı eşliğinde dolmuşa bindiğimde
arkamda bıraktığım manzaraya sadece beş saniye takılı kalabildim
gözlerimi kapattığım zaman aklımda hala ışıklı bir gece... seneler geçti...
gül ile gülistan, gül ile bülbül, ne önemi var...

22 Nisan 2007

dünyanın en önemli şeyi ile dünyanın en önemsiz şeyi.
ikisini bir kaba koyarsam eğer hangisi bir diğerine benzer.
önemi yok, önemli olan o iki şeyin aynı kapta olmasıdır.

şimdi sağ elinizi göz hizasına kadar kaldırıp elinizin ayasını kendinize çevirin
orada bana dair bir şey buldunuz mu?
hadi ben kendimi geçtim, kendinize dair bir şey buldunuz mu?
sanmam. elinizin üstünü kaplayan derinizin avuç içine nazaran
çok daha hassas olduğunu birisi size söylemeden hissettiniz mi?
insanlar size bir şeyler söylemeden bir şeyler hissettiniz mi?
hadi tamam daha da basite indirgiyorum sizin için,
en son ne zaman bir şey hissettiniz, hissettiğinizi dile getirdiniz
ama siz hissettiklerinizi insan gibi dile getirmezseniz
kimse size söylemedi mi yaşamanın bir anlamı kalmaz
benim gibi otobüste giderken bile dizinizin değdiği mesafedeki
kızın duyacağı şekilde, yanındaki kadını çekiştirmezseniz
bu hayatın ne anlamı kalır...
eh tabi bir de size değil sizinle gülen bir arkadaşınız olsun yanınızda
insanlar aynı anda aynı şeyleri söylediler diye arkadaş olurlarsa
o ana en yakın anda arkadaşlıkları son bulabilir
aynı kelimlerden daha fazlası olmalı, düşünülmeli, konuşulmalı...

arkadaşlarınızı da bir kenara bırakın,
kendinize zaman tanıyın.
mesela beş saniye. beş saniye de neler yapabileceğinize bakın.
sonra beş dakika ve hatta yirmi beş dakika.
insan kendini nasıl da şaşırtabiliyor değil mi?
bir de insana insan olduğu için kızanlar var, sizde de var mı?
misal kedisi ölür, allah korusun bir yakını ölür
metanetli ol derler, kendini bırakma, olgunlukla aş bunu derler
yahu siz hangi çağda hangi insanlıktan bahsediyorsunuz
siz hiç yas tutmadınız mı şu yaşınızda, yitip gidenin arkasından.
bir işin diyetini ödemeye inanan nesiller yas tutmayı ne zaman illegal hale getirdi
kazanın doğurduğuna inanan ama öldüğüne inanmayan bir nesilin çocukları değil miyiz?

benden iki durak sonra otobüse binip ceketin kollarının annesi tarafından
nasıl da haince ve hunharca genişletildiğini anlatan kızın yüzü gözümün önünde
ne hikmetse iki toplu taşıma aracında birlikte seyreyledik
ta ki kalabalıkta kendilerini kaybedene kadar sevgilisi ile
algı seviyesi düşük bir çok insanın havalar düzelince dışarı çıktığını düşünüyorum
bir de çıkmayanlar var tabi ama onlar göz mesafesine girmediği için sorun teşkil etmiyor
bütün bunlardan daha güzel olan bir şey var
benim gibi benim kadar benimle bensiz
bu insanlardan yakınan devasa bir güruh var ama ne hikmetse
yine de dışarıda bizim gibi insan yok...
dışarısından kastım evinizin kapısının eşiğinden geçtiğiniz anda karşılaştığınız insanlar değil
becerebilirseniz kendi eşiğinizden geçtiğiniz anda karşılaştığınız insanlar

benim bir arkadaşım var, onunla bizi faydacılık öldürdü mesela
hoş, bir şeyi hiç benimsememişken onun bizi öldürmüş olması
çok ender zeka sahiplerinin anlayacağı bir ironidir
hem nedir? öyle bir gün gelecek ki benim dalga geçtiğimi bile anlamayacaklar
hatta utanmayıp beni ciddiye alacaklar hem de yakın gelecekte...
neyse bizi faydacılık öldürdü ya buna ek olarak insanlığı da mütevazilik öldürecek
ama bunu sadece insanlığın %7'si için söylüyorum
neden %7? çünkü 7 rakamını severim ve mütevazi insanların bu kadar olduğunu düşünüyorum
çevrenizde yüksekten atan insanların sayısına bir bakarsanız
"sabah gazetesinde çalışmak için kiminle yatmam gerek" temalı rüyalar gören insanlar ile konuşursanız
ne demek istediğimi daha da iyi anlayacaksınız ama anlamasanız da olur
etrafta her daim algısı düşük insanlar olmalı ki dünyanın geri kalanı eğlenebilmeli

hümanist olmadığımı hep söylerim ama anti-hümanist olmak için de fazla insan olduğumu
gün geçtikçe pek güzel anlıyorum,
sizinle bir çay içebilirim ama bu sizin aptal olduğunuz gerçeğini unutmam anlamına gelmiyor
tabi eğer gerçekten aptalsanız.
ya da daha güzeli var benim içimdeki aptallığı anlarsanız.
bir de son olarak
kontrolsüz güç güç değildir diyen reklamcıyı alnından öpmek istiyorum
kötülüğün en kötü hali nedir bilir misiniz?
bilmeden istemeden yapılanıdır.
hemen açıklık getireyim,
a kişi b kişiye bir kötülük yaparsa ve bunu kötü bir amaç gütmeden sadece öyle bir insan
olduğu için yaparsa eğer bu çok çok daha kötü bir şeydir
çünkü bir taraf bunu çok normal algılar ki, vay halimize
kötülüğün legalleşmesine bir adım daha yaklaşmış oluruz
unutmayınız ki, insanların karakteristik özellikleri yaptıkları şeyleri haklı çıkarmaz
benim sarkastik bir insan olmam sizinle dalga geçmemi haklı çıkarmaz mesela
ama sizi yine de sevebilirim, belki...
tabi bütün bunların aklıma bir dönercide gelmesini
istediğim dürüm döneri bana pide döner olarak sunarken beni azarlamaktan
geri durmayan adama borçluyum herhal...

bugün pazar ve hava güneşli hadi çıkın dışarı da ben de işime bakayım...

18 Nisan 2007

yüz yılın şakası
bir sarışına mı yapılmalıdır
bir sarışınla mı yapılmalıdır
bir sarışın tarafından mı yapılmalıdır
işte bütün mesela budur!

14 Nisan 2007

"sevgilisini sevmekten vazgeçmiş insanın, ancak sekiz dakika sonra bunu açıklayabilmesini
olgunlukla karşıladın. sekiz dakika boyunca sevildiğini düşünmeye devam eden insanın
gerçekle çarpışınca kırılan hayaline acımadın. çünkü gözlemleyebildiğin her davranışın
geçmişteki bir düşüncenin eseri olduğunu anlamıştın. tanığı olduğun ve insanlar tarafından
temeli atılmış olan dünya herşeyiyle geçmişe aitti." hakan günday - azil

affedin beni, karşılayamadım...


vakti zamanında kesmeşeker dinlediğimizden olsa gerek,
emre aydın bir noktaya kadar bastı damarımıza
biz o sırada çoktan başka şehirlerde faturaları ödüyorduk
insan çok kırıldığı zaman ne olur? daha fazla kırılamaz.
bir insanın kalbi kırılır, içi kırılır, bazen kolu bile kırılabilir
hayat bu...
an gelir neye kırıldığını bile unutur, kendisini unutur
elleri uyuşur, içi uyuşur
-asla kabuk bağlamaz-
kimselere kıyamamamdan ve kızamamamdan kelli
bir çok zamanlar, bir çok mevsimler azar yer oldum
vicdan denen meret yakamdan düşmedi ya
faturalar ödense de olur, ödenmese de olur
insanın hayatında öyle anlar geliyor ki
hiç bir şeyin önemi kalmıyor
gün geliyor şiddetli bir şekilde ölmek istiyorsunuz
gün geliyor sabah mutlu uyandığınıza şaşıyorsunuz
ben şimdi çok sevdiğim bir şarkı dinliyorum
siz de elbet hayatınızın çeşitli evrelerinde yaptınız bunu
nice şarkılar dinlediniz
niceleriniz başkalarının gözünün içine baktı
niceleriniz her satırda bir diğerini aradı
mevsimler geçti, o şarkıyı tekrar dinlediniz
insan çok fazla kırılınca daha kırılamıyor ya
ondan ötürü buruk buruk gülümsediniz
bazınız içeri koştu, deliler gibi ağladı belki
güzel günlerin hatrına ya da bu kadar kolay nasıl unutulabildiğinin acısına
ağlamayanlarınız da oldu,
bir bardak su içmeye gittiler mutfağa,
ellerini tezgaha dayadılar, derin bir nefes aldılar
boğazlarında düğümlenen yılların hepsini
bir bardak su ile temizlediler
sizin de mevsimleriniz oldu, siz de sevdiniz
siz de düşlediniz, siz de düşlendiniz
bir gün herşeyin biteceğini bilerek yaşamayı tercih etmediğiniz zaman
bir gün herşey bitti
hepinizin çok sevdikleri oldu,
hepiniz nasibinizi aldınız kalp kırıklarından, gücenmelerden
belki az belki çok...
hepinizin yaka silktikleri oldu, bir daha asla aramadıklarınız ve sormadıklarınız
hayat bu...
bir kere hayatın bu olduğunu kabullenirseniz, içiniz uyuşuyor, değil mi?
bir de ne yapacağınızı bilmediğiniz bir evre var,
gülüyor olmanızın bile size eziyet olduğu günler...
size tavsiye veren arkadaşlarınız,
-terzi kendi söküğünü dikemez ama pazar iplik satmaya çıkar-
insan hiç bir zaman unutmaz, insan hiç bir zaman kabuk bağlamaz
bu sadece bir yanılsamadır,
hayatta çok şey bilmek ise her zaman bir yanılsamanın içinde yaşamaktır
şimdilerde herşey boş-luk-ta asılı
çok uzun konuşmak, çok uzun yazmak anlamsızdan da anlamsız
insanın içi boşsa eğer, içini neden boşaltasın ki?
bazı durumlarda neden olduğu sorulmaz nasıl olduğu önemlidir,
empati kurulmazsa nasıl olduğu bünyede derin yaralar açar.
olan biten budur, olan olmuştur zaten biten de bitirilmiştir.

ve hatta: tenini başka bir tene değdirmiş olma olasılığı süphesini salmış olması durumunu kimse açıklayamadı...

10 Nisan 2007

kim bilir kaç kişi senin zarif hallerini sevdi
kaç kişi güzelliğini sevdi
belki gerçek aşkla, belki değil
ama bir tek kişi seni sevdi
bir tek kişi değişen yüzündeki hüznü sevdi

w.b.yeats

elimde pijamalarım, ispanyadan döndüğüm gece aklımda...

9 Nisan 2007

...a total eclipse of the heart...

5 Nisan 2007

hani bu günlerde zaten o kadar istenmeyen bir insanım ki
bu yetmiyormuş gibi
bugün dolmuşa binerken dolmuşçu kapıyı üstüme kapadı
var mı arttıran?

4 Nisan 2007

- peki neden şimdi?
- çünkü hepiniz benden ümidi kesmiştiniz

2 Nisan 2007

sabah konuşarak yürüdük bütün yolu
ama benim ağzımı bıçak açmadı, içimden...
yollar aynı yollardı, semt aynı semtti
küçüklüğümden beri bildiğin geldiğim gezdiğim
artık gidemediğim gezemediğim başım önde dolaştığım
ben bu sabah o semtin herhangi bir yerinde uyandım
ben bu sabah yalnız uyandım
bu sabah hava çok soğuktu,
bu soğukta ben ya o çok sevdiğim koyna gidiyor olurdum
ya da o çok sevdiğim koyundan çıkıp gidiyor olurdum
şimdilerde ise sadece gidiyorum
gitmenin de ağır geldiği zamanlar bunlar,
açığın daha da açık olamadığı zamanlar hatta.
gören bütün gözlere görünmez olmak mümkün olaydı...
hep yürüdüğüm sokaklarda kaçarcasına yürümek mi beni burkan
yoksa kendi evimde oturma odasından çıkamamam mı?
ben bugün konuştum ama ağzımı bıçak açmadı, içimden
şimdi bana ne sorsalar anlamı yok,
neyin diyetini ödediklerini soran arkadaşlarıma
seneler önce ne cevap verdiysem, aynı cevaplar geri geliyor
bir pazartesi sabahına daha iyi başlamanın bin türlü yolu varsa
ben bugün gittiğim bütün yollarda kayboldum...

1 Nisan 2007

bu aralar
günler,
tepelerden aşağı koşan
hiç bir dört ayaklıya benzemiyor...