24 Ağustos 2010


Woody Allen mizahıyla aşk böyle bir şey sanırım.
"I love my love but my love doesn't love me as I love my love" hesabı
demeden de geçemeyeceğim.

Sonja: To love is to suffer. To avoid suffering one must not love. But then one suffers from not loving. Therefore, to love is to suffer; not to love is to suffer; to suffer is to suffer. To be happy is to love. To be happy, then, is to suffer, but suffering makes one unhappy. Therefore, to be unhappy, one must love or love to suffer or suffer from too much happiness. I hope you're getting this down.

23 Ağustos 2010

G: Beklenti insan ruhuna bir eklenti

M: Sanıyorum bu sebepten, "eklenti"yi her kurduğumuzda, sistemi yeniden başlatılma ihtiyacı doğuyor.

K: Sistemin kendi eklentilerini de beklemesi ne garip değil mi? Halbu ki o artık onun ama yine de bir başka eylemi bekliyor.

Sadece seyircisi olduğum bu diyaloğun tek çıkış noktası, derginin bu ayki konusunun "beklenti" olduğunu haber vermemdi oysa ki..
Şunu yazmayı planlıyordum...

...ve buna da hep "yaraya merhem sürmek," dedik.
Benim Adım Kırmızı - Orhan Pamuk

ama sabah şunu da görünce not etmek istedim;

Stepan: Belki de bir bilinci yoğunlaştırıyorum böylece
doğarak acılarıma her an yeniden
ve kendini kanatan bir bıçak gibi işte.

Lusin: anlıyorum Stepan, ne var ki, ben de
çıkmalı diyorum bu boğuntudan
bu yanlış orospuluktan, bilmiyorum
bana yardım edebilir misin? daha doğrusu
bir yol gösteren değil, bir uğrak
olabilir misin bana?

Edip Cansever / Tragedyalar

19 Ağustos 2010

sabah küpe takayım dedim ve elimi attım
kedi şeklinde küpeler vardı
küpeler yeniydi ve hiç takmamıştım
baktım baktım, kimin aldığını ve ne zaman aldığımı
ya da ne zaman hediye edildiğini hatırlayamadım

haftasonu bir arkadaşımın arkadaşına bir olay anlattım
olayı üç gün önce ofisteki bir kızla yaşamıştım
ama olayı sanki üç yıl önce çalıştığım yerde
bu arkadaşımla yaşamış gibi anlatırken buldum kendimi

dün bir tersliğin sonuçlarını sordum
iki sonucu olduğunu söyledi sorduğum kişi
birini hatırlıyorum ama diğerini imkansız hatırlamıyorum

bir gün böyle biri beynimi açıp
bilmem ne kabarcığı bilmem ne yolunu tıkadığı için
mütemadiyen her şeyi unutuyorsunuz diyecek
ben de bir oh çekeceğim diye düşünüyorum

10 Ağustos 2010

Göle dalmanın ana fikri
doğrudan doğruya
sahilde yüzmek değilken,
gölde olmak ise suda vakit
geçirmenin rahatlığının verdiği histir.
Bu şekilde gölü anlayamazsın.
Bu düşüncelerin ötesinde bir deneyimdir.

John Keats - Bright Star

9 Ağustos 2010

falling, yes i'm falling,
and she keeps calling me back again.

8 Ağustos 2010

ve tekrar tekrar söylüyorum
eğer sen olmasaydın
dün benim için kabus ötesi bir şeye dönüşecekti
"evdir kirlenir omo ile temizlenir"e
öyle güldüm ki aslında içimden

sana bir tane elma veriyorum bir de armut
sakın ikisini birlikte toplama, sakın aynı torbaya koyma
sakın cinle periyi karıştırma
cin dediğin şey beş sevim apartmanında olur
peri dediğin ise masallarda gezer
hayatta hiçbir şeyi şahsi alma
bunu da biraz şahsiyetsiz olmana bağla
sağlam kafa sağlam vücutta bulunur ya hani
21. yüzyılda sağlam vücut arama
biraz dur, istersen dinlen istersen mola ver
paniğe kapılma, çok pis saçmalarsın, seni kimse kurtaramaz
sakin ol, sakin dur, sakin bekle
her şeyi mahvetmiş olabilirsin, hem de her şeyi
sakin ol, sakin dur, sakin bekle
hayatının geri kalanı hakkında çıkarım yapamasan da
geleceğe dair hükümde bulunamasan da
içten içe bildiğin şeyi unutma
ne kadar yürüdüğüne bak,
ne kadar az yol aldığına bak
şarkıyı hatırla ve gülümse
sakin paniğe kapılma
iyi anılarını al, kötü anılarınla topla
tahlil yap, alt toplama bak
lale devri yaşanan sokaklardan leş kokuları geliyor mu
yoksa fetret devri gerçekten 11 yıl mı sürmüştür
türkçeyi düzgün kullan,
konuşurken sadece söylemek istediklerini söyle
keçileri otlatmaya götürüyorum diye su yoluna sapma
en kısa yol en iyi bildiğin yoldur sakın unutma
bana elli kere "sakın unutma" dedirtme
akıllı bir kızsın sen, neden böyle yapıyorsun
dün kadın sana "sevkedelim mi bekler misiniz" diye sorunca
neden beş altı saniye kadının yüzüne bakıp "nasıl" diye sordun
neden her şey dünyanın sonu,
sadece şarkılarda çok geçiyor diye mi
"şimdi bunlar moda şekerim"
eğer ucunda ölem yoksa şerefin sende kalsın
çünkü bir cinnet hiçbir şeyi çözmez
ucunda ölüm varsa işin içinde mantık yoktur zaten
işin içinde mantık yoksa geceleri donsuz gez daha iyi
durmayı bir bilemedin, şimdi albayına seslensen ne olur
her şey elindeydi, hepsini başarabilirdin,
sakin de olabilirdin, çeneni de tutabilirdin
hayatının ortasına kendini de oturtabilirdin
eskiden saçtığın o pırıltı var ya hani,
hani "hatırlamıyorum bile, ne kadar yazık" dediğin
onu ellerinde tutabilir, avuç avuç göğe savurabilirdin
düşüp düşeceği yer yine omuzlarındı
ıslanmakla yaşlanmanın aynı şey olduğunu söyler yılmaz erdoğan
john berger de sevmenin zıddının nefret değil ayrılmak olduğunu
sonra bir adam çıkagelir, bir cümledeki en güzel konumunu anlatır
bir gün kendini annenle karşı karşıya bulursun
biriniz ayaklarını toplamış oturmuştur
biriniz kucağındaki yastığa sarılmıştır
sanki birisi aniden fırlayıp birine zarar verecek gibi
ama hiçbir şey olmaz, kişi anca kendine zarar verebilir
kişi sadece kendi hayatını karmaşıklaştırabilir
kişi sadece kendi intiharını prova edebilir
sonunda da bir şey olmaz, yine aynı güne uyanır işe gider
belki arada şehir değiştirir, mesela izmire gider
"iyi ya ne olsun" der, uzun uzun dinler
uzun uzun ve uzun uzun dinler...
iyidir de aslında yalan söylemez, her şey iyidir
herkes çiçek dürbününden bakarken
bu tutturur illa 10 numara colormatik gözlükle bakıcam diye
çocuk aklı işte.
sorsan sanki kemalettin tuğcu romanında büyümüş
her şeye sahiptir, her şeyi vardır, gerisi saçmalık
bir şey anlatırken biri kalkıp "benim teyzem ölüyor" dediğinde bile
ayamaz dünyanın vahametine,
sonra günler günleri kovalar, aylar ayları
gerçekten hiçbir şey olmuyordur ama ayamaz
ayamadığı için belki de yıllar yılları kovalar
her seferinde verdiğin sözleri yinelerken bulursun kendini
aslında sen çok iyi bir insansındır da iraden kötüdür
keşke arkadaşlarım kötü olsaydı dersin içinden
ama yalan söylersin, dilini ısırıp tahtaya vurursun ardından çünkü
uzun uzun yazarsın, e-posta yazarsın, mektup yazarsın, not yazarsın
bir gece bir meyhanede yanına biri oturur
"ben senin bütün mektuplarını saklıyorum" der,
hem de öyle düşünüldüğü gibi karşı cins de değildir bunu söyleyen
ben hepsini attım derim, her şeyi attım, yükümü hafifletmek için
keşke bu hayatım hemen ardından olumlu bir şey
ve gülen surat ekleyebileceğim bir not olsa da
ben yine cam kenarındaki blonkota yazsam
sonra yine aynı ses "bu savunma kalkanını bari bize kullanma" der
"ya bırakallasen, ağlatıcan" beni derim ben de
af-ferim bana, iyi halt ederim, sonra da ağlamaya başlarım
her ağlayan gibi konuşmaya çalışınca dudaklarım büzülür
mekan çok küçüktür "uzak" namına bakabileceğiniz tek yer
tuvaletlerin kapısıdır ya da karşıda oturan 75 yaşındaki kadın
ne kadar da memnuniyetsiz diye düşünürsün
sonra aniden korkarsın, o yaşta öyle olmak
gördüğün ve imrendiğin bütün o kadınlar yok olur bir anda
kısa saçlı, güzel gömlekli kadınlar...
bir adam var, çok güzel bir adam
"duvarı nem insanı gam yıkar derler" der
biri kalkıp ben aslında mutlu bir insanım dediğinde
sanki "ben deli değilim" ya da "ben sarhoş değilim" demiş
hissine kapılıyorum aniden
zaten her şey aniden olmaz mı ya da birden bire
her şey birdenbire oldu.
kız birdenbire, oğlan birdenbire;
yollar, kırlar, kediler, insanlar...
aşk birdenbire oldu,
sevinç birdenbire.
havaalanına gidişimi hatırlıyorum,
bir de bavulu koyduğu tekerlekli şeyle zikzak çizen bir adamı
bu kadar sık hatırlamak iyi mi yoksa kötü mü bilmiyorum
fırsat vermek lazım, insanlara seni sevmeleri için fırsat vermen lazım
komşu komşunun külüne, insan insanın sevgisine
belki de kimse hiçbir şey muhtaç değildir, bilmiyorum
lugatımdan "neyse, bilmiyorum, üzgünüm" kelimelerini çıkarabilsem
hayat daha güzel olur, aslında şu anda da güzel de görene güzel
nasıl bir inatmış kardeşim ya, illa çamura bulanacağım diye
şimdi bir pazar günü bu yaşadığın, güzel bir kitabın var elinde
otur onu oku.
dördüncü kadehi masada bıraktım kalkarken
normal şartlarda bir kadeh içerim
taş çatlasa iki ama üç olmaz
yanımda oturan sürekli "her neredeysen buraya dön,
senin köklerin burada, biz seni yargılamayız" diyordu
üç yıl önce olan bir şeyden bahsediyordu
samimi olmaya çalıştıkça samimiyetsizleşen ben
üç yıl önceyi hatırlamıyordum bile
sonra yanıma bir başkası oturdu, eşine bakarak
"Güzel karım benim. Olm hastasıyım,
adama kafayı yedirtir" dedi ve gitti
gözüm uzaklarda elim çantamdaki telefonda
ya da rakı bardağında, yine de kararında içerek
gece yarım motoruna binerek eve döndüm
motorda düşeyazdım, bileğim çok acıyor
bu da dert mi yanıma oturanlardan birinin teyzesi ölüyor

gecenin anısına:

5 Ağustos 2010

seçim diye bir şey yoktur
insanların seni getirip bıraktıkları
noktalar vardır