çok geliyor
bil(me)diğin çok geliyor
dün yine rüyamda gördüm seni
hani beni hiçbir şey olmamış gibi
sarıp sarmalayıp yolcu etmiştin ya izmirden
sen yine burdaydın rüyamda
hiçbir şey olmamış gibi sarıp sarmalıyordun beni
"ne olacak" diyordun
ben de sana "olanları" anlatmak isterdim
rüyamda istedim mi bunu bilmiyorum
sadece uyandığımda kendimle inatlaştım
bu sabah ağlamayacağım dedim
genzimden gerisin geri ittim ne varsa
sonra kadıköy sokaklarında koyverdim
açılmak için çok erken bir telefonu açtığımda
ki atılmak için çok erken bir mesajı da atmıştım
"saçlarım..." dedim, "kesilmişti ve ben çok üzülmüştüm"
"bu ne demek" diye sordum
sabahın bu saatinde bu sorulmazdı değil mi...
sonra da koyverdiğim an geldi
aslında saçlarımın bahane olduğu
iki gündür rüyamda seni gördüğümü söyledim
bunun ayrılık sonrası sabahlardan daha kötü olduğunu
bunca zaman (bunca zaman?) sonra sabahları
dokunuşunu ve dudaklarının hissiyle uyanmanın
daha da kötü olduğunu söyledim
ya ne yapsaydım içimde mi tutsaydım
hiçbir hissiyatımı kimselere (ve sana) yansıtmasamıydım
ve ben ne zaman "sen" diye yazmaya başladım bu sayfada
onu da bilmiyorum
şimdi içim burkuluyor, hızla yürürken acısını hissetmediğin cinsten
durduğum anda acımdan ölmekten korkuyorum
ve işte tam da bu yüzden ben hiç durmadan yürüyorum
güzellik: "ve yeniden iman ediyorum, kalp ağırlıktır, hayat işkencedir, bilinç akreptir." b.p.
bir diğer güzellik:
bakalım lale müldür ne demiş:
"çingiz han
akına giderken hatunları da otağlarıyla birlikte gelirdi
onlar savaşta bile beraberdiler.
biz uygarca, hiç nedeni yokken, apansız ayrılıyoruz"
dün gece bunu okudum sen aklıma geldin. :/
pass
ve bir diğer güzellik:
30 Haziran 2008
29 Haziran 2008
28 Haziran 2008
iner inmez bir çift gördüm, adımlarımı hızlandırdım
biraz ileride bir çift daha vardı, diğerinin aynısı
kız benden tarafta duruyordu, çocuk onu saracak şekilde karşısında
adımlarımı hızlandırmanın bir manası olmadığını farkettim
sonra da hangisinin daha çok acı verdiğini düşündüm
şu anda çift görmek mi yoksa o zaman çift görmek mi?
güzelim türkçemizden yararlanıp 'çift görmek' cümleciğini
ilk anlamı ile alıp biraz kendimle dalga geçmek istiyorum
hem ben her zaman ne derim,
insan kendiyle dalga geçmezse hayattan zevk alamaz, neyse.
koşar adım dolmuşa bindim, hesaplarım beni yanıltmıyorsa
hem uyumaya hem de yaşamaya hâlâ vaktim vardı
gözünü sevdiğim istanbul, dolmuştan inip diğer dolmuşa yürüdüm
paul simon inatla bana sevgilimi terketmemin elli yolunu sayıyordu kulağımda
gülüp geçtim ama dolmuşa bindiğimde jay jay daha da güldürdü beni
she's mine, but i'm not hers cümlesinin bile kişileri değişebiliyor zihnen
köprünün ışıkları... ne de severim uykum yoksa...
nazan öncel de benim için köprüye giriş müziği gitme kal bu şehirde'yi söyledi
kim hangi şehirde kalacaktı, kimin için kalacaktı,
bilenler bilmeyenlere anlatsın, duyanlar da duymayanlar anlatsın
sınava beşinci ünite dahil değil, 42. sayfadaki soruların da yarısına kadar yapacaksınız
hak hukuk mevzuna daldım bir de kendi kendime yerli yersiz
biz ortaokul lisedeyken takdir ya da teşekkür alınca
hiç hediye alınmazdı ya da mükafat yoktu,
"zaten yapman gereken bir şey için neden ödüllendirilesin ki" sorusu
aslında abimin ve benim benliğimin temelini oluşturuyor şu an sanırım
insan bazı şeylerle yükümlüdür bu hayatta, misal insan olmak
sanırım bu yüzden "insan gibi..." ile başlayan cümleler kuruyorum çok fazla
bu yüzden kızdım mı "insan gibi..." diyorum etrafımdakilere
şimdi çift olmuş (hayır bu sefer aynı espriyi yapmayacağım sanırım)
insanlar da bazı şeyler için yükümlü müdür merak ediyorum
en basit kurallarımız nedir mesela şu oyunda?
sevmek? sadık olmak? çekip gitmemek? bir sabah uyanıp her şeyin bittiğini anlamamak?
ben en çok sonuncuyu seviyorum,
o sabahlardan ben de istiyorum, ben de bir sabah uyanmak ve farkına varmak istiyorum
kırk yılda bir oturduğum içki masalarında bile limonata içerken
sanki başka birinden bahseder gibi "kendi olgunluğum altında eziliyorum" deyince
karşımdakinin de başını evet dercesine sallamasından nefret ediyorum
ben de bir sabah uyanıp, o her şeyi bilen o sallanan baş gibi olmak istiyorum
rahat bir nefesten ziyade temiz bir nefes almak istiyorum
hayatımın nadir zor dönemeçlerinden birini geçirdiğim şu zamanlarda
bir el hepinizin içine girip de kalbini sıkıyor gibi hissetiren o duygu
bana uğramadan geçsin gitsin istiyorum, bu seferlik en azından
sonra yine aklıma geliyorsun, gerek izmirden bir misafirim gelince
gerek fotoğraf makinesinde bir fotoğraf ararken, gerek yaşarken...
sonra kendimi güldürmek için sarfedebildiğim tek cümleyi yüksek sesle söylüyorum
"ya abicim şortan diye pastane mi olur yaaa"
tabi ardından son kez şortana giderken konuştuklarımız geliyor
son kez şortandan çıkıp eve giderken konuştuklarımız
hayat işte böyle bir şey
şimdi umarım bu lafı böyle çok dolu dolu algılarsınız/algılarım
yoksa bir an için hepimiz bu cümlenin bir halt olmadığını farkedip
hayata dair bütün beylik sözlerimizi unutur,
boşluğa düşeriz alimallah
boşluğa düşmek demişken de size uzun uzun bir şeyler anlatırdım
ama başka sefere keza bir uzun boylu haziransa kent diyen şairin bile
şurada sayılı günü kaldı bir kenti anlatmak için
saatlerimiz 01.27... şimdi istanbul için yatma vakti...
biraz ileride bir çift daha vardı, diğerinin aynısı
kız benden tarafta duruyordu, çocuk onu saracak şekilde karşısında
adımlarımı hızlandırmanın bir manası olmadığını farkettim
sonra da hangisinin daha çok acı verdiğini düşündüm
şu anda çift görmek mi yoksa o zaman çift görmek mi?
güzelim türkçemizden yararlanıp 'çift görmek' cümleciğini
ilk anlamı ile alıp biraz kendimle dalga geçmek istiyorum
hem ben her zaman ne derim,
insan kendiyle dalga geçmezse hayattan zevk alamaz, neyse.
koşar adım dolmuşa bindim, hesaplarım beni yanıltmıyorsa
hem uyumaya hem de yaşamaya hâlâ vaktim vardı
gözünü sevdiğim istanbul, dolmuştan inip diğer dolmuşa yürüdüm
paul simon inatla bana sevgilimi terketmemin elli yolunu sayıyordu kulağımda
gülüp geçtim ama dolmuşa bindiğimde jay jay daha da güldürdü beni
she's mine, but i'm not hers cümlesinin bile kişileri değişebiliyor zihnen
köprünün ışıkları... ne de severim uykum yoksa...
nazan öncel de benim için köprüye giriş müziği gitme kal bu şehirde'yi söyledi
kim hangi şehirde kalacaktı, kimin için kalacaktı,
bilenler bilmeyenlere anlatsın, duyanlar da duymayanlar anlatsın
sınava beşinci ünite dahil değil, 42. sayfadaki soruların da yarısına kadar yapacaksınız
hak hukuk mevzuna daldım bir de kendi kendime yerli yersiz
biz ortaokul lisedeyken takdir ya da teşekkür alınca
hiç hediye alınmazdı ya da mükafat yoktu,
"zaten yapman gereken bir şey için neden ödüllendirilesin ki" sorusu
aslında abimin ve benim benliğimin temelini oluşturuyor şu an sanırım
insan bazı şeylerle yükümlüdür bu hayatta, misal insan olmak
sanırım bu yüzden "insan gibi..." ile başlayan cümleler kuruyorum çok fazla
bu yüzden kızdım mı "insan gibi..." diyorum etrafımdakilere
şimdi çift olmuş (hayır bu sefer aynı espriyi yapmayacağım sanırım)
insanlar da bazı şeyler için yükümlü müdür merak ediyorum
en basit kurallarımız nedir mesela şu oyunda?
sevmek? sadık olmak? çekip gitmemek? bir sabah uyanıp her şeyin bittiğini anlamamak?
ben en çok sonuncuyu seviyorum,
o sabahlardan ben de istiyorum, ben de bir sabah uyanmak ve farkına varmak istiyorum
kırk yılda bir oturduğum içki masalarında bile limonata içerken
sanki başka birinden bahseder gibi "kendi olgunluğum altında eziliyorum" deyince
karşımdakinin de başını evet dercesine sallamasından nefret ediyorum
ben de bir sabah uyanıp, o her şeyi bilen o sallanan baş gibi olmak istiyorum
rahat bir nefesten ziyade temiz bir nefes almak istiyorum
hayatımın nadir zor dönemeçlerinden birini geçirdiğim şu zamanlarda
bir el hepinizin içine girip de kalbini sıkıyor gibi hissetiren o duygu
bana uğramadan geçsin gitsin istiyorum, bu seferlik en azından
sonra yine aklıma geliyorsun, gerek izmirden bir misafirim gelince
gerek fotoğraf makinesinde bir fotoğraf ararken, gerek yaşarken...
sonra kendimi güldürmek için sarfedebildiğim tek cümleyi yüksek sesle söylüyorum
"ya abicim şortan diye pastane mi olur yaaa"
tabi ardından son kez şortana giderken konuştuklarımız geliyor
son kez şortandan çıkıp eve giderken konuştuklarımız
hayat işte böyle bir şey
şimdi umarım bu lafı böyle çok dolu dolu algılarsınız/algılarım
yoksa bir an için hepimiz bu cümlenin bir halt olmadığını farkedip
hayata dair bütün beylik sözlerimizi unutur,
boşluğa düşeriz alimallah
boşluğa düşmek demişken de size uzun uzun bir şeyler anlatırdım
ama başka sefere keza bir uzun boylu haziransa kent diyen şairin bile
şurada sayılı günü kaldı bir kenti anlatmak için
saatlerimiz 01.27... şimdi istanbul için yatma vakti...
22 Haziran 2008
düğünlerde şöyle şarkılar çalmamalı;
"ah istanbul istanbul olalı, hiç görmedi böyle keder"
ya da
"o senin bir anının, benim ömrüm olduğunu
ne çok sevildiğini artık çok geç olduğunu"
hani "bana değil geline çalışacaksınız" şakası bile bir yere kadar
sonuçta o ayakkabılardan nice isimler silinmedi mi...
sonra bir an için durdum düşündüm
olsan ne eğlenirdik seninle
21 Haziran 2008
20 Haziran 2008
19 Haziran 2008
gülmüyor yüzüm hayat zor oldu güller susuz kurudu soldu tövbe ettim gene bozuldu yüreğim yanar mazeretim var asabiyim ben mazeretim var asabiyim ben eskidim belki gönül yoruldu aşık oldum soru soruldu affet beni kırdım istemeden yüreğim yanar mazeretim var asabiyim ben mazeretim var asabiyim ben boş laf bunlar hepsi bahane halim ne kötü ne şahane nedir bu böyle aynı hikaye suç kimde neden böyle üzdün yeter üstüme varma soru sorma biliyorsun mazeretim var boş konuşma görüyorsun asabiyim ben mazeretim var asabiyim ben mazeretim var asabiyim ben
18 Haziran 2008
15 Haziran 2008
14 Haziran 2008
biliyordum, salondan çıkmasa mutfaktan bir şey çıkacağını biliyordum
bugün bir arkadaşım için evimin bir odasını değiştirdim
ona bir çalışma masası ve sandalye koydum
camları sildim, odayı toparladım
bunu bir arkadaşım için bile yapabildiğimi düşündüm
hem de sanırım her saniyesinde
camları silerkense aşağı düşer miyim acaba diye düşündüm
sonra radyoda bir şarkı duydum
çok ağır küfrettim, dokundu diye değil çok aptal bulduğum için
yüksek sadakat söylüyormuş, daha çok söyler...
sonra akşam bir film izledim
bu sefer de filmi bana izlemem için veren kişiye küfrettim
bu sefer tatlı tatlı küfrettim
konu çok klişe;
bir haftasonu kız ve çocuk bir arkadaşları vasıtasıyla tanışır
çok güzel vakit geçirirler
çocuk paris'te yaşamaktadır, kız ise new york
çocuk paris'e döner,
kız işinin, düzeninin çok önemli vs olduğunu söyler
ve new york'ta kalır...
sonra mutsuz olur, o kadar mutsuz olur ki
bir gün aniden çantasını alır ve ofisten çıkar, işi bırakır
sonra bir uçak bileti alır ve paris'e gider
çocuğun telefonunu kaybettiği için sokaklarda boş boş dolaşır
derken dönmeden önce metroda çocukla karşılaşır
çocuk kızı bileğinden kavradığı gibi bir caféye götürür:
- benimle bir içki daha içer misin?
- evet
- ama o zaman uçağını kaçırırsın, biliyorsun değil mi?
- evet
işte tam da bu yüzden bu bir film
bizimkisi ise hayat,
sanırım ilk kez bir filmi bu kadar ayrıntılı anlatıyorum
hem bu kadar zaman olmuşken
izlememeye yeminli olduğum bir diğer filmi
izlemeye bile niyetim varken
zaten yarın da yağmur yağacakmış
kim bilir
bu ben miyim, bu sen misin yorulan?
ardı arkası kesilmeden saçmalamayı özledim
ki sanırım bu çok yakın
...
..
.
bugün bir arkadaşım için evimin bir odasını değiştirdim
ona bir çalışma masası ve sandalye koydum
camları sildim, odayı toparladım
bunu bir arkadaşım için bile yapabildiğimi düşündüm
hem de sanırım her saniyesinde
camları silerkense aşağı düşer miyim acaba diye düşündüm
sonra radyoda bir şarkı duydum
çok ağır küfrettim, dokundu diye değil çok aptal bulduğum için
yüksek sadakat söylüyormuş, daha çok söyler...
sonra akşam bir film izledim
bu sefer de filmi bana izlemem için veren kişiye küfrettim
bu sefer tatlı tatlı küfrettim
konu çok klişe;
bir haftasonu kız ve çocuk bir arkadaşları vasıtasıyla tanışır
çok güzel vakit geçirirler
çocuk paris'te yaşamaktadır, kız ise new york
çocuk paris'e döner,
kız işinin, düzeninin çok önemli vs olduğunu söyler
ve new york'ta kalır...
sonra mutsuz olur, o kadar mutsuz olur ki
bir gün aniden çantasını alır ve ofisten çıkar, işi bırakır
sonra bir uçak bileti alır ve paris'e gider
çocuğun telefonunu kaybettiği için sokaklarda boş boş dolaşır
derken dönmeden önce metroda çocukla karşılaşır
çocuk kızı bileğinden kavradığı gibi bir caféye götürür:
- benimle bir içki daha içer misin?
- evet
- ama o zaman uçağını kaçırırsın, biliyorsun değil mi?
- evet
işte tam da bu yüzden bu bir film
bizimkisi ise hayat,
sanırım ilk kez bir filmi bu kadar ayrıntılı anlatıyorum
hem bu kadar zaman olmuşken
izlememeye yeminli olduğum bir diğer filmi
izlemeye bile niyetim varken
zaten yarın da yağmur yağacakmış
kim bilir
bu ben miyim, bu sen misin yorulan?
ardı arkası kesilmeden saçmalamayı özledim
ki sanırım bu çok yakın
...
..
.
yorgan ile uyuma mevsiminin geçtiğini anlamayacak kadar
uzun gelmemişim eve, sabah kan ter içinde uyanınca farkettim
annemlere gidip bir tane demlik poşet alırken;
a- demlenmişi var
k- yok ya heves ettim ben demleyeceğim (bu evde çay en son 11 mayısta demlendi)
o sırada ikinci ve farklı bir demlik poşetine elim gidince
a- arkadaşın mı var evde?
k- yok
ama bu öyle var ve yok gibi bir yok değildi
en azından benim ağzımdan dökülürken öyle olamadı
mesela "iyi misin? kötü bir şey mi oldu" sorusuna verilen "yok" cevabı gibi
sonra mutfaktan çıktım
önce dişlerimi sıktım, sonra dudaklarımı var gücüyle birbirine bastırdım
sonra da yumruğumu sıktım "ben çıkıyorum, evi toplayacağım" dedim
iki haftayı geçti ve ben sadece geçen akşam çöpü çıkardığım kendi evimi toplayacağım
neler bulurum, nelerle karşılaşırım bilmiyorum ve ne yalan söyleyeyim
korkuyorum...
pass sağolsun özlediğim genç osman vokaline kavuştum
ama her özlenene olduğu gibi buna kavuşmak da pek hayırlı olmadı sanırım;
bu şehirden, bu yollardan,
buralarda yaşanan aşklardan
bu ben miyim bu sen misin yorulan
bu şehirden, bu yollardan,
buralarda yaşanan aşklardan
bu ben miyim bu sen misin yorulan
bu şehirden, bu yollardan,
buralarda yaşanan aşklardan
bu ben miyim bu sen misin yorulan
bu şehirden, bu yollardan,
buralarda yaşanan aşklardan
bu ben miyim bu sen misin yorulan
bu şehirden, bu yollardan,
buralarda yaşanan aşklardan
bu ben miyim bu sen misin yorulan
bu şehirden, bu yollardan,
buralarda yaşanan aşklardan
bu ben miyim bu sen misin yorulan
bu şehirden, bu yollardan,
buralarda yaşanan aşklardan
bu ben miyim bu sen misin yorulan
uzun gelmemişim eve, sabah kan ter içinde uyanınca farkettim
annemlere gidip bir tane demlik poşet alırken;
a- demlenmişi var
k- yok ya heves ettim ben demleyeceğim (bu evde çay en son 11 mayısta demlendi)
o sırada ikinci ve farklı bir demlik poşetine elim gidince
a- arkadaşın mı var evde?
k- yok
ama bu öyle var ve yok gibi bir yok değildi
en azından benim ağzımdan dökülürken öyle olamadı
mesela "iyi misin? kötü bir şey mi oldu" sorusuna verilen "yok" cevabı gibi
sonra mutfaktan çıktım
önce dişlerimi sıktım, sonra dudaklarımı var gücüyle birbirine bastırdım
sonra da yumruğumu sıktım "ben çıkıyorum, evi toplayacağım" dedim
iki haftayı geçti ve ben sadece geçen akşam çöpü çıkardığım kendi evimi toplayacağım
neler bulurum, nelerle karşılaşırım bilmiyorum ve ne yalan söyleyeyim
korkuyorum...
pass sağolsun özlediğim genç osman vokaline kavuştum
ama her özlenene olduğu gibi buna kavuşmak da pek hayırlı olmadı sanırım;
bu şehirden, bu yollardan,
buralarda yaşanan aşklardan
bu ben miyim bu sen misin yorulan
bu şehirden, bu yollardan,
buralarda yaşanan aşklardan
bu ben miyim bu sen misin yorulan
bu şehirden, bu yollardan,
buralarda yaşanan aşklardan
bu ben miyim bu sen misin yorulan
bu şehirden, bu yollardan,
buralarda yaşanan aşklardan
bu ben miyim bu sen misin yorulan
bu şehirden, bu yollardan,
buralarda yaşanan aşklardan
bu ben miyim bu sen misin yorulan
bu şehirden, bu yollardan,
buralarda yaşanan aşklardan
bu ben miyim bu sen misin yorulan
bu şehirden, bu yollardan,
buralarda yaşanan aşklardan
bu ben miyim bu sen misin yorulan
13 Haziran 2008
12 Haziran 2008
saat sekiz buçuk suları, akşam vakti
bambaşka bir şeyi tartışıyoruz
ve bir anda şunlar dökülüyor ağzımdan
"mantık sarhoşluk gibidir,
bir saat sonra bu düşündüklerinin tam tersini düşünebilirsin
mantık, aşk kadar baskın bir şey değildir"
o da aynı heyecanla cevap veriyor
"evet, aşk ve hatta korku"
***
istanbul'da yaşayanların hayatı benzetebileceği bazı garip şeyler var
mesela hayat benim için son zamanlarda şuna benziyor:
finikülerin taksime yanaşmasına yedi ya da sekiz saniye kala
tam anlamıyla durup geri sektiği o ana varmadan
sürüncemede bıraktığı, belli belirsiz o anı beklediğin
ve bu sırada da istemsiz olarak vücuduna eğim verdiğin an.
oysa biz hepimiz o son noktasına çarpıp geri döndüğü anı tanıyoruz
***
bugün uyandım, dişlerimi fırçalarken hangi günde olduğumu unuttum
öyle alelade bir unutuş da değil
gerçekten unuttum
sonra çok korktum, hangi günde yaşadığımı bilmiyordum
nerede olduğumu biliyorum, yaşadığımı biliyorum
adımı biliyorum, hangi yıldayız biliyorum
ama bugün hangi gün bilmiyorum
hemen içeri gidip takvimden baktım
dün gece içmiş olsaydım belki görmezden gelebilirdim
ama ortada sebep yoktu ki
ya da çok büyük bir sebep vardı, bilmem
hem sabah koşarak radyoyu kapatmamın sebebi de pinhani'ydi
kendime yaptığım kötülüğün de bir sınırı var
daha zamanı değil bazı nağmelerin
11 Haziran 2008
10 Haziran 2008
7 Haziran 2008
yorum fasilitesini başından beri sevmediğimden yukarıda öyle duruyor mail adresim
ve son bir hafta içinde atılan bütün mailler için teşekkür etmek istedim
neden şimdi derseniz bunun tek cevabı sabah aldığım bir mesaj
liseden bir arkadaşımın sabah sabah bana attığı bir mesaj
biraz daha zorlarsam on yıl olacak liseden mezun olalı
onu görmeyeli de muhtemelen üç yıl, aradığını duymamışım...
"gazete okumak ve posta kutumu temizlemek için işe geldiğim günlerden biri bugün.
blogunu okudum. ağlamak geldi içimden. etrafımda kimse yoktu,
ben de damlattım iki gözyaşı önümdeki ajandaya,
mesajı yazarken de içimden geçiriyorum keşke açabilseydin de
ben de böğüre böğüre ağlasaydım sana, duysaydım sesini.
iyi ki yazıyorsun, en azından bu vesile ile koptuğumu hissetmiyorum senden!"
mesajı gönderenin affına ve hoşgörüsüne sığınarak paylaşmak istedim...
ve son bir hafta içinde atılan bütün mailler için teşekkür etmek istedim
neden şimdi derseniz bunun tek cevabı sabah aldığım bir mesaj
liseden bir arkadaşımın sabah sabah bana attığı bir mesaj
biraz daha zorlarsam on yıl olacak liseden mezun olalı
onu görmeyeli de muhtemelen üç yıl, aradığını duymamışım...
"gazete okumak ve posta kutumu temizlemek için işe geldiğim günlerden biri bugün.
blogunu okudum. ağlamak geldi içimden. etrafımda kimse yoktu,
ben de damlattım iki gözyaşı önümdeki ajandaya,
mesajı yazarken de içimden geçiriyorum keşke açabilseydin de
ben de böğüre böğüre ağlasaydım sana, duysaydım sesini.
iyi ki yazıyorsun, en azından bu vesile ile koptuğumu hissetmiyorum senden!"
mesajı gönderenin affına ve hoşgörüsüne sığınarak paylaşmak istedim...
aradan bir buçuk yıl geçti ve ben hâlâ aynı nakarattayım, sayenizde...
"giderken gösterdiğin şu kararlılığı ilişkide gösterseydin ya"
ne okyanuslar kadar derin ne de gökyüzü kadar sakin
fikirler altüst oldu sayenizde
insan bunu bu yaşta yapmamalı
biraz hesap yapmalı matematiği sevmese de
bıçağın açtığı genişliği
kelimelerin battığı derinliği hesaplamalı
bundan sonra da bir hayat vaadedenler
o hayatta kalacak izleri düşünmeli
güven sarsıldı mı, 'ha' deyince toparlanmıyor
...
"giderken gösterdiğin şu kararlılığı ilişkide gösterseydin ya"
ne okyanuslar kadar derin ne de gökyüzü kadar sakin
fikirler altüst oldu sayenizde
insan bunu bu yaşta yapmamalı
biraz hesap yapmalı matematiği sevmese de
bıçağın açtığı genişliği
kelimelerin battığı derinliği hesaplamalı
bundan sonra da bir hayat vaadedenler
o hayatta kalacak izleri düşünmeli
güven sarsıldı mı, 'ha' deyince toparlanmıyor
...
6 Haziran 2008
şu anda istanbulda yağmur yağıyor
bunu ben biliyorum
istanbullular biliyor
bir de benim gibi kendi şehri dışında neredeyse
bütün şehirlerin hava durumunu dinleyenler biliyor
ben bugün eve geldim
dün de eve gelmiştim
gelebiliyormuşum eve
çantamı masaya bıraktım
hani seni rüyamda gördüğüm zaman ceplerini boşalttığın masa
hani sana mükellef bir kahvaltı hazırladığım masa
hani seninle fotoğrafları basarken yaslandığımız masa
hani fotoğrafların arkakasını yazdığım masa
o sırada gördüm bunu
her şeyi koyduğum raftaki o "her şey"in yere düştüğünü
düşerken de en güzel cam biblolarımdan birini kırdığını
sigara paketlerinin yere saçıldığını gördüm
bunları ben gördüm, batıl inançları içinde boğulan ben
ne kadar komik oluyor bazen hayat
hayat derken de, tam şu anda içinde olduğum şeyden bahsediyorum
sizin içine girdiğiniz şey başka bir şey mi yoksa?
bunu ben biliyorum
istanbullular biliyor
bir de benim gibi kendi şehri dışında neredeyse
bütün şehirlerin hava durumunu dinleyenler biliyor
ben bugün eve geldim
dün de eve gelmiştim
gelebiliyormuşum eve
çantamı masaya bıraktım
hani seni rüyamda gördüğüm zaman ceplerini boşalttığın masa
hani sana mükellef bir kahvaltı hazırladığım masa
hani seninle fotoğrafları basarken yaslandığımız masa
hani fotoğrafların arkakasını yazdığım masa
o sırada gördüm bunu
her şeyi koyduğum raftaki o "her şey"in yere düştüğünü
düşerken de en güzel cam biblolarımdan birini kırdığını
sigara paketlerinin yere saçıldığını gördüm
bunları ben gördüm, batıl inançları içinde boğulan ben
ne kadar komik oluyor bazen hayat
hayat derken de, tam şu anda içinde olduğum şeyden bahsediyorum
sizin içine girdiğiniz şey başka bir şey mi yoksa?
5 Haziran 2008
bugün günlerden perşembe
bugün tam bir hafta oluyor
bütün telefonlar hâlâ ağlamaklı
ve inanır mısın hiçbiri sana değil
hiçbiri de senden değil
insan inanmak istiyor sözlere, kelimelere
insan bir başka insanın içinden gelmek istiyor
ki hayatta en kötülerinden biri de bu sanırım
birisinin içinden bile gelmemek
üç dört gündür adam gibi eve gelmediğimi farkettim
pijamalarımı kimde unuttum hatırlamıyorum
bilgisayarımı açmayalı bir haftadan fazla olmuş
açtığımda karşımdaydın
yemek yemiştik seninle ve ben üşümüştüm dönerken
kot ceketimi giymiştim, senin üzerinde beyaz bir gömlek
bugün bir hafta oluyor
en kötüsü de bir insanın içinden bile gelmemek
senin bir zarfta topladığın
benimse bütün eve dağıttığım şeyleri toparlıyorum
zor oluyor yoksa her sabah o kapıdan çıkmak
senin ve benim ellerimi görerek ya da 'takvim'e bakarak
herkes her şeyin geçtiğini bunun da geçeceğini söylüyor
sana da söylüyorlardır elbet
geçiyor mu peki, geçti mi peki, geçecek ama değil mi?
geçecek olmasına üzülüyorum aslında
"madem.." diyorum, "neden..." diyorum sonra da
bugün bir hafta oluyor
en kötüsü de bir insanın içinden bile gelmemek
zaman ilerledikçe bir ay olacak sonra daha fazla
kurduğum hayallerin ve yaptığım planların zamanı gelecek sonra
önce haziran bitecek, sonra temmuz gelecek
sonra da temmuzun yedisi gelecek
hani arabadayken, her an farklı ölüyorum bu halin yüzünden demiştim ya
yedi temmuzda da bir farklı öleceğim ama geçecek sanırım
ve ben biliyorum ki geçtiği için de üzüleceğim
insan bazı şeyler hiç bitsin istemez ya, hiç geçsin istemez
bazı insanlar da hiç gitsin istemez
ama giderler hem de iyilik adına
münir göle ne demiş oysa;
"belki hiç başlamadıklarından, kimi hikayeler hiç bitmez"
oysa bizimkisi başlamıştı değil mi...
bugün tam bir hafta oluyor
bütün telefonlar hâlâ ağlamaklı
ve inanır mısın hiçbiri sana değil
hiçbiri de senden değil
insan inanmak istiyor sözlere, kelimelere
insan bir başka insanın içinden gelmek istiyor
ki hayatta en kötülerinden biri de bu sanırım
birisinin içinden bile gelmemek
üç dört gündür adam gibi eve gelmediğimi farkettim
pijamalarımı kimde unuttum hatırlamıyorum
bilgisayarımı açmayalı bir haftadan fazla olmuş
açtığımda karşımdaydın
yemek yemiştik seninle ve ben üşümüştüm dönerken
kot ceketimi giymiştim, senin üzerinde beyaz bir gömlek
bugün bir hafta oluyor
en kötüsü de bir insanın içinden bile gelmemek
senin bir zarfta topladığın
benimse bütün eve dağıttığım şeyleri toparlıyorum
zor oluyor yoksa her sabah o kapıdan çıkmak
senin ve benim ellerimi görerek ya da 'takvim'e bakarak
herkes her şeyin geçtiğini bunun da geçeceğini söylüyor
sana da söylüyorlardır elbet
geçiyor mu peki, geçti mi peki, geçecek ama değil mi?
geçecek olmasına üzülüyorum aslında
"madem.." diyorum, "neden..." diyorum sonra da
bugün bir hafta oluyor
en kötüsü de bir insanın içinden bile gelmemek
zaman ilerledikçe bir ay olacak sonra daha fazla
kurduğum hayallerin ve yaptığım planların zamanı gelecek sonra
önce haziran bitecek, sonra temmuz gelecek
sonra da temmuzun yedisi gelecek
hani arabadayken, her an farklı ölüyorum bu halin yüzünden demiştim ya
yedi temmuzda da bir farklı öleceğim ama geçecek sanırım
ve ben biliyorum ki geçtiği için de üzüleceğim
insan bazı şeyler hiç bitsin istemez ya, hiç geçsin istemez
bazı insanlar da hiç gitsin istemez
ama giderler hem de iyilik adına
münir göle ne demiş oysa;
"belki hiç başlamadıklarından, kimi hikayeler hiç bitmez"
oysa bizimkisi başlamıştı değil mi...
3 Haziran 2008
2 Haziran 2008
dün çok zor bir gündü
bitmesi gereken işler bitmedi
işler uzadı, zaman geçmek bilmedi
sonra bir anda bütün her şey bitti
işte o an, tam o an bıraktım
bütün kaslarımı kasmaktan vazgeçtim
insanlar birer ikişer gitmeye başlamıştı
etrafta kimsecikler kalmayınca da
hiçbir önemi kalmadı
kendimi bıraktım
daha önceden kendimi bıraktığım o kollara değil
o kolların kilometrelerce uzağında bir dolmuş koltuğuna
ama günden ziyade zor olan o telefonun masada ölü gibi yatmasıydı
bir nefes bile alamamaktı, bir ses duyamamaktı
ya da belki o sesin artık o ses olmadığını anlama korkusu
her şeyi o kadar muğlak bıraktın ki
ancak açtığın boşluk üstüme bastıkça hissediyorum yokluğunu
bitmesi gereken işler bitmedi
işler uzadı, zaman geçmek bilmedi
sonra bir anda bütün her şey bitti
işte o an, tam o an bıraktım
bütün kaslarımı kasmaktan vazgeçtim
insanlar birer ikişer gitmeye başlamıştı
etrafta kimsecikler kalmayınca da
hiçbir önemi kalmadı
kendimi bıraktım
daha önceden kendimi bıraktığım o kollara değil
o kolların kilometrelerce uzağında bir dolmuş koltuğuna
ama günden ziyade zor olan o telefonun masada ölü gibi yatmasıydı
bir nefes bile alamamaktı, bir ses duyamamaktı
ya da belki o sesin artık o ses olmadığını anlama korkusu
her şeyi o kadar muğlak bıraktın ki
ancak açtığın boşluk üstüme bastıkça hissediyorum yokluğunu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)