iner inmez bir çift gördüm, adımlarımı hızlandırdım
biraz ileride bir çift daha vardı, diğerinin aynısı
kız benden tarafta duruyordu, çocuk onu saracak şekilde karşısında
adımlarımı hızlandırmanın bir manası olmadığını farkettim
sonra da hangisinin daha çok acı verdiğini düşündüm
şu anda çift görmek mi yoksa o zaman çift görmek mi?
güzelim türkçemizden yararlanıp 'çift görmek' cümleciğini
ilk anlamı ile alıp biraz kendimle dalga geçmek istiyorum
hem ben her zaman ne derim,
insan kendiyle dalga geçmezse hayattan zevk alamaz, neyse.
koşar adım dolmuşa bindim, hesaplarım beni yanıltmıyorsa
hem uyumaya hem de yaşamaya hâlâ vaktim vardı
gözünü sevdiğim istanbul, dolmuştan inip diğer dolmuşa yürüdüm
paul simon inatla bana sevgilimi terketmemin elli yolunu sayıyordu kulağımda
gülüp geçtim ama dolmuşa bindiğimde jay jay daha da güldürdü beni
she's mine, but i'm not hers cümlesinin bile kişileri değişebiliyor zihnen
köprünün ışıkları... ne de severim uykum yoksa...
nazan öncel de benim için köprüye giriş müziği gitme kal bu şehirde'yi söyledi
kim hangi şehirde kalacaktı, kimin için kalacaktı,
bilenler bilmeyenlere anlatsın, duyanlar da duymayanlar anlatsın
sınava beşinci ünite dahil değil, 42. sayfadaki soruların da yarısına kadar yapacaksınız
hak hukuk mevzuna daldım bir de kendi kendime yerli yersiz
biz ortaokul lisedeyken takdir ya da teşekkür alınca
hiç hediye alınmazdı ya da mükafat yoktu,
"zaten yapman gereken bir şey için neden ödüllendirilesin ki" sorusu
aslında abimin ve benim benliğimin temelini oluşturuyor şu an sanırım
insan bazı şeylerle yükümlüdür bu hayatta, misal insan olmak
sanırım bu yüzden "insan gibi..." ile başlayan cümleler kuruyorum çok fazla
bu yüzden kızdım mı "insan gibi..." diyorum etrafımdakilere
şimdi çift olmuş (hayır bu sefer aynı espriyi yapmayacağım sanırım)
insanlar da bazı şeyler için yükümlü müdür merak ediyorum
en basit kurallarımız nedir mesela şu oyunda?
sevmek? sadık olmak? çekip gitmemek? bir sabah uyanıp her şeyin bittiğini anlamamak?
ben en çok sonuncuyu seviyorum,
o sabahlardan ben de istiyorum, ben de bir sabah uyanmak ve farkına varmak istiyorum
kırk yılda bir oturduğum içki masalarında bile limonata içerken
sanki başka birinden bahseder gibi "kendi olgunluğum altında eziliyorum" deyince
karşımdakinin de başını evet dercesine sallamasından nefret ediyorum
ben de bir sabah uyanıp, o her şeyi bilen o sallanan baş gibi olmak istiyorum
rahat bir nefesten ziyade temiz bir nefes almak istiyorum
hayatımın nadir zor dönemeçlerinden birini geçirdiğim şu zamanlarda
bir el hepinizin içine girip de kalbini sıkıyor gibi hissetiren o duygu
bana uğramadan geçsin gitsin istiyorum, bu seferlik en azından
sonra yine aklıma geliyorsun, gerek izmirden bir misafirim gelince
gerek fotoğraf makinesinde bir fotoğraf ararken, gerek yaşarken...
sonra kendimi güldürmek için sarfedebildiğim tek cümleyi yüksek sesle söylüyorum
"ya abicim şortan diye pastane mi olur yaaa"
tabi ardından son kez şortana giderken konuştuklarımız geliyor
son kez şortandan çıkıp eve giderken konuştuklarımız
hayat işte böyle bir şey
şimdi umarım bu lafı böyle çok dolu dolu algılarsınız/algılarım
yoksa bir an için hepimiz bu cümlenin bir halt olmadığını farkedip
hayata dair bütün beylik sözlerimizi unutur,
boşluğa düşeriz alimallah
boşluğa düşmek demişken de size uzun uzun bir şeyler anlatırdım
ama başka sefere keza bir uzun boylu haziransa kent diyen şairin bile
şurada sayılı günü kaldı bir kenti anlatmak için
saatlerimiz 01.27... şimdi istanbul için yatma vakti...