27 Haziran 2007

dünyanın sonunun geleceğini anlayınca bile söyleyecek sözü olmayan insanlar tanıyorum sanırım
bu insanlardan birisi olmak akıllıca mı çözemedim, zira susmanın erdemi kendi büyüsüne kapılırsa çok yazık olur
empatinin azı vicdan çoğu kanser yapar, bugün aniden aklıma geldi bu cümle
geldiği için de çok sevindim
ara ara aklıma böyle şeyler gelmeli, ara ara aklıma gelen şeylere sevinmeliyim
hatırladıklarıma değil
hatırlamak fiili başlı başına yorucu olabilir bazen
ya da herşey aslında bir çocuk havuzu içinde gelişir de sen bir kaşık suda boğulduğunu sanarsın
yine de olimpik bir havuza nazaran şanslı olduğun gerçeğini değiştirmez bu durum
ama bir kere hayıflanmaya meğilli ise bünye, isterse yağmur damlası olsun farketmez
söz diyordum, söyleyecek sözü olmayan insanlar bir de
bilmiyorum, benim söyleyecek çok sözüm oldu da ne oldu
ayak yaptığım insanlara ayak yapmaktan vazgeçmeye karar verdiğim anda
onlara neden ayak yaptığımı hatırlatıyorlar,
sanki adım pavlov da köpek çiftliğim var, saçmalık...
varılacak bütün dağların tepelerin kurak bir sezonu varmış meğerse
sezon dışı gitmeye hevesli bünyeleri yatıştıran tek şey
aslında o dağ ve tepelerin eski güzel manzaraya sahip olmadığını düşünmek
insan metafor kullanmaya çalışırken bile en yavanlarını seçerse
ya içinde yazmak gelmiyordur -ki bu kadar cümleye hakaret olur-
ya da yazmasına sebep olan şey aslında bir kaç sokak önce
çantasından düşürdüğü cüzdan gibidir
içi doludur, alışkanlık haline gelmiştir, neyin nerede olduğunu biliyordur
ama artık ona sahip değildir.
hayat ise her zamanki gibi zordur.

26 Haziran 2007

çok uzun bir koridoru düşündüğünüz zaman ne duyarsınız?
benim düşündüğüm tek bir koridor var
ve ben sadece tek bir şarkı duyuyorum; hümeyra, unuttum...
çok uzun bir koridoru bir dakika kırk üç saniyede geçebilen tek şarkı
dokuz sene öncesinden mi başlamalı rahat bir nefes almak için
yoksa sadece dokuz dakika önce çıkarmaya çalıştığım buzu
önce kırıp sonra düşürüp sonra sinirlenip fırlattığım andan mı?
rüyalara daldırıp daldırıp çıkardığım sanki benim zihnim değil gibi
kabuslardan dönüp dolaşıp uyanan sanki benim zihnim değil gibi
iki kapılı bir hanın üst katındaki geniş balkonlu odaya kimi koyduğumu bile unuttum
yapılan bir sürü bellek metaforundan bana kalan da bir han olsa, ne yazar...
aklıma getirmek istediğim şey, anında beliriyorsa burnumun dibinde
ister han olmuş, ister köşk olmuş, ister güzelliği on para etmiş, ne önemi var
öneminin olduğu anlar geliyor aklıma,
önce kendi ellerim sonra kendi ayaklarım, sonra senin ellerin ve arkadaşların
"içimden geçen senin içinden de geçer mi" diye bir sözü var pinhani'nin
içimden geçeni senin de içinden geçirebilse(ydi)m şu dünyadan daha ne isterdim
yine özneleri şaşırarak arşınladığım her cümle sonunda unutuyorum kiminle konuştuğumu
içimizde tutmanın erdemini öve öve bizi büyüten hem cinslerimiz sağolsun
neyseki aynı ekolden gelmiyoruz, neyseki ağzımız var dilimiz var
neyseki ayaklarımız var, belli belirsiz ayak yapıyoruz,
korkak oynuyoruz ve hatta çoğu zaman vurup kaçıyoruz
birisine mi vuruyoruz yoksa başımızı duvarlara mı vuruyoruz tam bilmiyoruz
her daim çoğuluz ama geceleri yalnız kalmak istiyoruz
her gece ben oturup düşünüyorum, her sabah içimizdeki kahramanları
ite kaka kavag dövüş yeni bir güne uyandırıyoruz
birgünün gecesine gidiyoruz ama bir gecenin sabahına çökemiyoruz
(sen şimdi gülümsersin bu satırı okuyunca, gülümse diye yaptım zaten)
cehenneme giden yollarda insanların arkasından el salladım diye kimseden azar yemedim
cennetin ırmaklarını açanlara kendi ırmaklarını açanlara da akıl sır erdiremedim
ama cidden cehenneme giden bir yol varsa en azından bana kim eşlik edecek biliyorum
rüyalara daldırıp daldırıp çıkardığım zihnimi bir yürüyüşe çıkarıyorum
uzun bir koridor, bacak kadar boyumla kendi kendime geçemeyeceğim kadar uzun
sayamadığım dakikalar kadar kısa, bazen de üç saniye kadar uzun
upuzun, en uzun, uzunca, boylu boyunca
boylu boyunca sadece yatılır benim bildiğim, sere serpe bir de
yatmak deyince de odam kireç oluverir zamanlı zamansız, gitmez bir de zamansız
herşeyi biliyormuşsun gibi anlatmaktansa,
herşeyi ilk kez duyuyor olduğuna inanarak anlatmam gerek (bu yaşımda)
çoğu zaman senin dinlemenden çok benim anlatmam önemli oluyor
gelmesen önemli değil, gelsen önemli olurdu diyor özdemir asaf her susuştuğum anda
cümle(ler)deki senin kim olduğundan ziyade benim o arada hangi ben olduğum
benim zamanlı zamansız kim olduğum zamanlı zamansız önem kazanıyor
kazandığı bütün önemleri de karıya kıza yatırıyor ya hadi benden duymuş olma...
bir yaranın başka bir yara ile sarıldığına inanan nesil
eline ömrü hayatında bir floppy disk almamıştır, yaşı tutmaz
ben bir yaranın başka bir yara ile sarılmayacağını biliyorum
ve dün gece bir floppy disk ile uzun süre haşır neşir oldum
elde var 7 puan "abi n'aber?"
hava çok sıcak olabilir amma velakin
günün en güzel cümleleri bile saatini beklemeyi bilmeli
señores y señoritas, todavia no os quiero, lo siento (:

24 Haziran 2007

şimdi pazar sabahlarına dair hissiyatımı biliyorsunuz
hele hele bir özet yazıyorsam ve onu ingilizceye çevirmem gerekiyorsa
nahoş şeyler bunlar, yapmayın böyle şeyler
ama bunun yerine şunu yapabilirsiniz;
beni msn de görüp, 1994 senesine dair bir video linki gönderip
sabahımı şenlendirebilirsiniz
sene 1994'ü düşünün, kaç yaşında olduğunuzu, kısa paçalı donunuzu
mahalleye gelen seyyar satıcıdan aldığınız burnunuza kaçan leblebi tozunu
diğer yandan pop müzik kültüründe yükselişe geçmeye çalışan insanları
bahsettiğim videonun sonlarına doğru aşağıdaki görüntü gözüme çarptı
cidden kafam karıştı, sene 1994, hangisi kız hangisi erkek
ayrıca 1994'te daha kliplerde zenci modası başlamamış sanıyordum ben
iyi pazarlar...

20 Haziran 2007

ben patronlarımı pek seviyorum
türk olmamalarından kaynaklanıyor da olabilir (yani yarı)
dün ofisteydik, yarı türk olan aradı
"ben yarım saat gecikeceğim" dedi, tabi biz dumur olduk
patron olan o istediği zaman gelir, en azından öyle düşündük
sonra bu sabah ben yokken yine aramış
"annem ile babam gelicek, onlara kapıyı açar mısınız" demiş
komik adam ama ben çok seviyorum, hümanist bir kere
zaten "almanya yenilince biz de yenildik" espirime bile
gülmüş olan bir insan kendisi, almanları bazen seviyorum
yarının tedirginliğinden yazdım, yine yazarım atla deve değil ya.

19 Haziran 2007


fotoğrafın net çıkmamasının bile önemi yoktu
iki yanımda iki insan, hesap vermek zorunda olmadığım iki insan
hava mis gibi, elimde plastik bardakta bir bira
önümde boğaz, kulağımda aysun, zülfü livaneli
çalmadı diyorum, neden diye bir yandan gülüyorum bir yandan üzlüyorum
derken "düşlerin parlayıp söndüğü yerde..." diye başlıyor zülfü
dirseğimi dayıyorum yanımdakine, gözüm yine çok uzaklarda
"önce ellerin gitti..."
özdemir asaf'ı herkes bir başka şey için sever derler, doğrudur
"gelmesen önemli değil, gelsen önemli olurdu" dediği zaman
ben onu seviyordum, şimdi düşününce hümeyra bile geliyor aklıma
"yıllar geçti kuş kanat uçtu seneler
nişanlandım evlendim ayrıldım
nice söz verdim el verdim gönül verdim
hangisini çok severdim...unuttum"

16 Haziran 2007


odamı toplarken çıktığım mental yolculukları bilirsiniz
hani sizin de zaman zaman çıktıklarınız gibi, değil mi?
şarkının enstrümental olduğunu düşündüğünüz anda sözlerin girmesi gibi
mis gibi
kışlıklar yerini yazlıklara bıraktığı zaman, işte tam bu zaman

turuncu pantolonum: ne de sevmemiştik kızı, karşımızda oturuyordu
kız arkadaşı diye sesimizi çıkarmadık, biz kendi halimizdeydik
ne kadar eski bir fotoğraf makinesi vardı yanımızda
inatla bir fotoğraf çektirmiştik, sonra da ikimizi kesmiştik kalabalıktan
sonra ben o fotoğrafı başka insanlara göndermiştim
sonra o kızı da kesmişlerdi fotoğraftan, çok önceydi herşey

çizgili bluzum: salı pazarından kan ter içinde çıkıp kadıköye dalmıştım
neden bilmem ve nasıl bilmem sizinle buluştuğumu hatırlıyorum
dayanamayıp tuvalette üstüme geçirmiştim bluzu, garip ipleri vardı
size göstermek için çıkmıştım, zaten bizden başka kimse yoktu orda
gariptir hiç düşünmedim o saatte sizin orada ne işiniz vardı
ama hatırlıyorum hava çok sıcaktı

siyah pantolon eteğim: anne kişiden kalan güzel giysilerden biri
ne çok istemiştin, dansederken giyecektin, hatta değiş tokuş edelim demiştin
size dans için dikilen o pantolon gibi şeylerle
olmaz demiştim, rengi de soluktu ama yine de olmaz demiştim
sonra bir yaz koca kazanı kaynatıp tekrar siyaha boyamıştım
belinin lastiği erimiş, terziye gitmek lazım

kırmızı v yakalı bluzum: ne kadar da yakışırdı, bir sebepten toplanmıştık
yakamdan mıdır nedir v şeklinde dizilmiştik de
ışık mı azdı makine mi garipti, en uçtakiler flu çıkmıştı
ikbal kahvesinde muhabbet etmiştik o kadar seninle
sen de vardın fotoğrafta, şimdi avukat olmuşsundur herhalde
fotoğrafı bıraktın mı acaba, oysa en güzel fotoğrafımı sen çekmiştin

çizgili tişörtüm: herkeste bir tane yok mudur zaten, ne kadar çok giymiştim
şimdilerde yazlıkçı göbekli amcaların fanilası gibi göbeğimde duruyor eteği
ne çok giydim, ne çok kereler, ne çok zamanlar
seni ilk gördüğüm gece de üstümde o vardı, bir video hatırlıyorum
yoksa sen hala pijamalarını giymedin mi diyen bir kız da hatırlıyorum

kırmızı ince pantolonum: rock istanbula gitmiştik, çok inceydi
ama yine de çok severek giymiştim, gece ortaköye dönmüştük
sonra ben o sıcakta eve dönerken otobüs durağında rahatsız olup
belime bir şey bağlamıştım, ne bağlamıştım hatırlamıyorum
ama otobüs durağını ve sıcağı hatırlıyorum.

españa tişörtüm: ne de ispanyoldu ya bana onu satan adam,
bu bana olur mu diye her sorduğumda bana "tabi tabi" diyen bir eda ile bakmıştı
olmuştu da ama geçen sene için geçerliydi bu durum
şimdi güzelce katladım çekmeceye koymak için
tam ortasındaki küçük arma yine potluk yaptı,
niye biçimsiz katlı olduğunu bir kere daha anladım

gül kurusu yarım kollu bluzum: ne ara almıştım, nerden almıştım hatırlamıyorum
çok sevmiştim, sen de severdin, alpuşkada ilk karşılaştığımızda
başka bir şey vardı üstümde, sonraları ise çoğu zaman bu vardı
bir de hafifinden mor farım, saçlarım da kısaydı, tahta kolyelerim vardı
hava o zamanlarda da çok sıcaktı ama kısa bir süre için
zamanlar çok güzel zamanlardı

boyuna çizgili gömleğim: uzak alışveriş dönüşlerinden birinde outletten almıştım
çok komik bir fiyata hem de, şansıma
sonra bir açılışta üstüme döktüğüm şarap leke yapmıştı
inadına hep giymiştim sonraki açılışlara da, leke hiç çıkmamıştı
metal oyma kırmızı küpelerim vardı, havalar yeni ısınıyordu
tophaneye sık giderdik, bir nargile bir kaç çay ve tavla
üniversite güzel zamanlardı...
köyler ile kasabalar aynı basket maçında oynarsa
ilişkiler anca rebounda girer
seyirciler hep bir ağızdan gülmeye başlarsa sakın şaşırmayın
basket maçının güzide terimleri yan anlamlar da taşıyabilir
mantıklı reboundlar çocuk doğurma süresi içinde gerçekleşiyorsa
seyirci yine güler, bu sefer de aylar steps yapmış sayılır
iyisi mi siz temizinden bir uyku çekin
sonra da bana 3 dakikalık bir kısa film çekin
yapın ama artık bunu, cidden.

15 Haziran 2007

alev abla dükkan açmış, gidin önünü kapatın.
bundan sonra bütün müzik alışverişleriniz ordan.

14 Haziran 2007

arkadaşlarımın çoğu mızıklıyor, arkadaşım olmayanlar da mızıklıyor
maça çıkmadan yenildik diye ağlamayın!

yapmadığınız, yapmaya cesaret edemediğiniz şeyler için mızıklanmayın
neymiş cv'mi okumazmış, ya bi gönder sen
neymiş sonrası kötü olurmuş, ya sen bi başla
bayılıyorum bu insanlara, bir kısmını inanılmaz seviyorum
ama yine de yapmadığınız şeylerin sonuçlarından dert yanmayın
sen bir dene, bir yenil sonra düşünürsün tekrar deneyip daha iyi yenilmeyi.

kör gözün parmağına not:
sabah bir şey dinledim sonra da bir şey hatırladım,
sonra da çok güldüm, zamanında anlamlandıramadığım şeylere çok güldüm
anlarsa alev abla anlar, gerisi yalan anlar;
hop on the bus, gus, don't need to discuss much
just drop off the key, lee, and get yourself free


adam gibi not:
size bir şarkı tavsiye edicem şimdi, bana da elay bey ettiydi.
adam gibi dinlemeyecekseniz hiç indirmeyin bile
agresyon yaptı bünyede bakın hemen.
sözlerini de yazıyorum size,
şahsi almayın, belden aşağı vurmayın, alt tarafı şarkı dinliyoruz.

Jason Molina - Get Out Get Out Get Out (Firefox Rulez!)
something must have happened to both of us
something must have happened
something always does
something must have told you “burn the bridges then the mast”
something always told you to do it
i lived low enough so the moon wouldn’t waste it’s light on me
what’s left in this life that would do the same for me
something must have only loved one of us
to say “get out, get out, get out
get out, while there’s still something left of us
get out, get out, get out”

12 Haziran 2007

yeşilliğini mi seviyorum yoksa sessizliğini mi
kirleri çıkmak bilmeyen üç sandalyeyi silmek bile uzun zaman alıyor
neden üç diye bir kere sordum, onu bile kendi kendime sordum
dörde ne gerek vardı değil mi?
biri bana biri ayaklarıma...
hafifçe başımı eğip kendi omzuma yasladığımda
ne yoldan geçenler gördü beni, ne ben yoldan geçenleri
dört sayfa oldu bu yazılar, dört saat oldu bu balkonda
kendisi ile dalga geçenler başka şeylerle dalga geçmezmiş
gecenin köründe eve gelenler uyumayı beklemezmiş

11 Haziran 2007

rüyamda çok güzel bir dörtlük yazdım
bir rüyayı yaşamak ve bir rüyayı bozanın da yaşayan olacağını bilmek
soğuk süte şeker atmak kadar basit olmuyor ama eğlenceli yine de
hatırlamıyorum ne yazdığımı, bir gün geri gelir beni bulur umarım
buzluk kaplarına emeklilerin çiçek sulama ritüeli ile su doldurunca
neden bilinmez hayatı yavaş yaşamanın rahatlığı çöktü üstüme
ayaklarımı kanepeye koyup güzel insanlarla müzik dinleyince
ruhumu yattığım halıya karıştığını da hissediyorum
"abi çok güzel müzik yapıyor şerefsizler ya..."

this is my first breath after coma
and i wish that you keep your hand in mine

senin içinden ilmek ilmek akmadı mı hiç bir şarkı?
senin içinden geçmedi mi hiç söylenmemiş sözler?
sen hayatının 8 dakika 16 saniyesinde gülümsemedin mi hiç?
kitabın ilk sayfasında ne yazıyordu, hatırlasana...

"söylesene cem,
olmayalı ne kadar oldu?"

8 Haziran 2007

erkeklerde yer yer de kadınlarda şöyle bir söylem var genelde;
"seni çok canım çekti" bu cümle halvete beş kala sarfedilir genelde
şimdi bu cümle bir istek cümlesidir genelde
hatun kısmısı da bunu bir iltifat olarak algıladığından ve
kendisini "istenen" hissettiği için genelde
halvete kalan beş bakiyesi sıfırlanıverir
tevekkeli değil ispanyollar bu işi çözmüş diyorum
"querido" hem "canım, hayatım" anlamına geliyor hem de "istenen"
demem o ki,
seni çok canım çekti oluyor da mesela
"canım çok mutlu olmayı çekti, canım çok gülmeyi çekti" deyince olmuyor
bu da bir istek bu da bir hisler silsilesi, yalanma gara gız?
karışık kavramlar bunlar, ben de tam çözemiyorum, halka açtım bundan kelli
bir de biz küçüktük bunun şarkısı bile vardı;
"an olur canım çeker / tutuşur mesafeler"

not: bir rüyanın gerçekten sadece bir rüya olduğunu bile bile
o rüyayı görmekten daha güzel ne var şu dünyada...
heather nova; every dream is just a dream after all...

6 Haziran 2007

türkü ağızlarından yavru ağzını
halk şarkılarından da "bekledim de gelmedin"i severim
saz eşliğinde isem "istedim de vermedin" şeklinde de söyleyebilirim
edeb ile düsturun koşarak balkondan atlaması da tamamen benim suçumdur
suç demişken ey yükselip de sürünen yeni nesil sözüm sana
suç dediğin nimet bölüştürülen bir şey değildir
sert zeminlere doğru atılabilir ama dikkat edin
üstünüze de sıçrar, leke yapar, omo reklamları hariç.
ayrıca bugün beklenmedik bir şekilde olan her ne varsa
hepsi isyankar bir yüzyılda yaşadığımızdan oldu, pek güzel.

4 Haziran 2007

pek sevdiğim bir arkadaşım var, insan olduğumu iddia ediyor inatla.
onun çok şahane bir teorisi var, ben izniyle çekiştirip uzatmak istiyorum
aslında bu yazıyı çok önce yazacaktım ama araya bir şeyler girdi
banka reklamlarından aşina olduğumuz bir "anlayış farkı" ibaresi vardır
cidden anlayış farkı diye bir şey vardır ve cidden çok farklıdır
aşk 2+2=4'tür
aşkı bozan şey 4'ün 1+3 ya da 3+1 etmesidir
ya da en kötüsü 1+1+1+1 olarak algılanmasıdır
bu anlayış farkıdır,
aşık olduğunuz kişinin size aşık olması 2+2'dir
gerisi içinde bir çok "+" işareti barındıran matematiksel bir hesaptır
yaşadığınız şey ne zamanki sizi küçük hesaplar insanına çevirir
o zaman trafik canavarının yanına fotoğrafınızı asabiliriz
küçük hesap insanı ile karşı tarafı mutlu etmek için yapılan
küçük hesapları da karıştırıyorsanız eğer zaten
eski yılların hatrına size kuru pasta servisi yapabilirim
hatta vişne suyu bile var.

2 Haziran 2007

insan yoğun olunca her daim yorgun olmayabilir
ama yorgun olunca çaya şeker bile atsa bunu bir yoğunluk olarak algılar
ben ikisinin de tam ortasında oturuyorum
hani küçükken tepişirsiniz de
tam gülerken "ayh kalk orası çok acıttı" dersiniz ya
işte tam orada oturuyorum şu anda, pek de rahat değil zaten
(libidosu yüksek olanlar için girişte idraktör dağıtılmıştı sanırım?)
bu ortalıkta kalmam sebebi ile de dün dolmuşta kendime pek güldüm
parayı uzatıp "iki tane bilmem neresi lütfen" dedim önümdeki kıza
sonra ne diyorum ben dedim, iki kişi olmak benim neyime señores
kendi kendime hem çok güldüm hem de çok kızdım
kuşlar ayaklarıyla, insanlar dilleri ile yakalanır diye
boşuna dememiş thomas fuller
kuşların nası ayaklarıyla ayakanladıklarını merak edenler için de
Roald Dahl'dan "The Twits" adlı eğlenceli çocuk kitabını tavsiye ediyorum
çok eğlenmek isteyenlere de dayaklık insanlar sağolsun
gabriella ferri'den remedios adlı şarkıyı hediye ediyorum
kendime de bir şey demiyorum zira şu aralar alev abla'nın tavsiyesine uyuyorum
ve şahane bir kitap okuyorum ve inanır mısınız hala daha korkmadım
bir de sizi hala sevmiyorum, üzgünüm.

"...bir gün her şey bıçak gibi kesilecek. önce insanlar buna sevinecekler.
sonra bir yitirmişlik, yitmişlik duygusu hakim olacak hayata. kaybettiklerini
çok geç anlayacaklar. iş işten geçtikten sonra..."

mine söğüt. şahbaz'ın harikulade yılı 1979. sayfa 90.