21 Aralık 2007

nasılsın diyenlere eskileri hatırlamaları için armut dalında asılsın diyorum
ama aslen "hey montaigne! iyi denemeydi!" cümlesini alıntılamayı tercih ediyorum
bugünlerde bol bol alıntılıyorum zaten, yaşlı kadınlardan ve benzerlerinden
madem öyle insanların sevmediği ama anlamsız bir sempati beslediğim birisi gelsin
"Kendini hazır hissetmekle hazır olmak arasındaki farkı bilecek kadar yıpratmıştı hayat beni.
Ve ben, hayata bir çentik bile atamamıştım daha. Çentik değil aslında; geminin su almasını sağlayacak
küçücük bir delik! Çünkü biliyorum; denize en yakışan gemi, batmış olandır" Altay Öktem
beylik lafları ben etmediğim zaman sevebiliyorum, ben edince gülüyorum
kalıbına tüküreyim edasıyla aynaya bakmam da cabası oluyor
bütün bildiğim kelimeleri birinci anlamıyla kullanıp,
ayak oyunlarını ayakkabılıkta bıraktığım zaman,
maskeli baloya işçi tulumu ile gitmiş gibi hissediyorum
oysa cem karaca çoktan öldü, "işçisin sen işçi kal" demiyor artık kimse
sen şimdi saatine bak, sonra kafanı kaldır bana bak
yaptığın bütün planları çöpe at, gel seninle bir bira daha içelim...

14 Aralık 2007

tutkulu benliklerimiz en iyi benliklerimizdir ve tutkulu bir yaşam,
tanımı gereği yalnızca tutkularımızı bilinir kılarsak mümkündür:
arzu ve arzunun mütekabil temsillerini uyandıran nesnenin yokluğu aracılığıyla,
kendimiz için; talep olarak sevginin dile getirilmesi aracılığıyla da
nesne için bilinir kılarak
(bizi harekete geçiren ve heyecanlandıran şey diğerleriyle
ve kendimizle olan temasımızdır)

s.221

13 Aralık 2007

'onlar utansın sonuçtan' diye kestirip attı.
'hangi onlar selim?' dedim.
'onlar işte,' dedi.
'onlar canım. onlar, onlar, onlar.'
'öyle ya,' dedim. 'onlar. yani biz değil.'

10 Aralık 2007

- chavez konuşma yaptı albayım.
- hikmet, bu cümle haberin giriş cümlesi mi? bana böyle cümleler kurma. ne oldu bana ilk cümlede ver hikmet!
- peki albayım siz istediniz. "aramızda kaldığını düşündüğüm yegane nezaket köprüsünü yıktı" albayım.
- hikmet?
- soru sormayın bana daha fazla albayım. üçtür içimden size komutanım demek geçiyor zaten. üzmeyin beni, anlamış gibi yapın. dolmuşta bir başınıza eve döndüğünüz geceyi hatırlayın. arkada oturan o üç genci ve keskin tütün kolonyası kokusunu da hatırlayın. eğer bunları hatırlamazsanız hatırlayacağınız başka şeyler var albayım
- hikmet, artık benden kurtulsan, atsan ya beni?
- atsam da, aşağı inip tutamam albayım. hem sizi bırakırsam adem aziz'e mi anlatayım bundan sonra olanları. o da burnunu kaşıyıp mı cevap versin bana? o bilmez ki aramızda geçen tehlikeli oyunları. tanımaz ki selimi, hikmeti.
- ne çıkar bundan hikmet, git artık. değiştir bu durumu.
- olmaz albayım yapamam. aylar sonra ilk kez herşeyin başladığı noktaya geri dönmüşüm fiziksel olarak. tam o noktada oturuyorum. tek farkı artık bir yastık var burada. aklıma geliyor elimi masaya vuruşum dahi. de anlamındaki dahi ayrı yazıldığı için kullanıyorum bu kelimeyi. beni de ayrı yazdılar aylar önce. ben istemedim ayrı yazılmayı ama bir kaç kelimeden öteye gidemeyen bir hayata boyun eğmek zorunda kaldım aylar önce albayım.
- sana karşı çıkmaktan usandım hikmet, sen usanmadın.
- usanmam albayım, eğer usanırsam ne siz olursunuz ne ben olurum. ne ben kalırım şu hayatta ne siz kalırsınız. aramızdaki bu muazzam ilişkinin de sonu gelir. hayallerde yaşayan insanlardan olmak istiyorum madem oyunlarla yaşayan insanlardan olamayacaksam.
- neden olamayasın hikmet?
- olamam albayım, bugün nasıl taşa tosladım görmediniz mi?

görmedin mi cidden,
çabanın beyhudeliğinin yanı sıra
aylardır kendi kendime yazdığım bu mono-dialogları
görmedin mi cidden,
dünyanın bırak sonunu getirmeyi kendi seyrini bile değiştiremeyen bu diyalogları...
zamanı ortadan ikiye böldükten sonra kimin payını kime verebilirim ki...

4 Aralık 2007

aslında herkes muzdarip, bir kısmı da muzdarib
geçen gün bir arkadaşım şöyle bir laf etti,
"makarna yaparken hamur olmasını özledim"
hepimiz ayrı güldük
ne yalan söyleyeyim ben de güldüm
sen de ne yalan söyle,
ne söyleme...

2 Aralık 2007




















dün benim doğum günümdü, düşündüğünüz kadar da önemli değildi
ama belki de onu sadece benim için önemli yapan
beni o yaşa sürükleyen şeylerdi
herşey inanılmaz bir durgunluğun ve can sıkıntısının içinde başladı
sonra haftanın bazı günleri bazı kedilerin olduğu bir evde asistanlık vardı
zaman içinde işler bitince asistanlığın da bir sonu geldi
ardından bir sabah uyandı insanlar ve bana korkaklıktan bahsettiler
canımdan çok sevdiğim adam beni terketti, yarım kaldım uzun süre
sazlarım vardı, ırmaklarım vardı, çakıl taşlarım vardı benim
o günlerden bir gün beni yeşilköye götüren bakırköy denizotobüslerini buldum
uzun süre salladı beni o denizotobüsleri, yeşilköyün ağaçları...
sonra bir gün aniden bir hafta içinde yine değişti herşey,
mesafemi kısalttım, günlerimi uzattım, dış dünyayı tanımaya çalıştım
hala dış dünyayı tanımaya çalışıyorum, hala öğreniyorum
belki hala yarımım, belki hala mesafelerim kısa
tam olarak bilmiyorum,
bilmemi gerektirecek kadar düşünemeyeceğim bir işte çalışıyorum
haftanın sekizinci gününü icat etmeye çalışan insanlarla...