28 Ocak 2008

şu günlerde kendime koyduğum tek sınır
laptopumun şarjı bitene kadar internette gezmek
gerisini siz düşünün

24 Ocak 2008

savaşların en büyüğü tek tarafın içinde kopanıdır
....
...
..
.
misal bu cümlenin aklıma gelmemiş olmasını dilerdim
hayatta insan hesabetmeden ne kadar çok şeyi diliyor
seni her gördüğümde kalbime bir kez vursam
senin olduğun yer birgün çürüyüp ölür mü?

22 Ocak 2008

sadece bir gün ciğerim çıkana kadar ağladım
ciğerim çıkmadı ama sen içimden çıktın
.
.
.
sanırım
.
.
.

20 Ocak 2008

"Bu öyküyü o kadar çok anlattım ki, öykünün kendisini mi anımsıyorum,
yoksa anlattığım sözcükleri mi, bilemiyorum" der Borges

Münir Göle / Doğru Olmadığını Biliyorum, ama Öyle Hatırlıyorum

bu öyküyü o kadar çok dinledim ki...
seni bana vermiyorlar, hadi tamam kabulümdür
herhangi birisini size vermiyorlarsa o da sizin kabulünüz olsun
sana farazi konuşamam, sen varsın biliyoruz ikimiz de
birisi senin olmadığı zaman yaşadığın aşk olsun
cinsellik olsun, kavgaların olsun her şeyiyle ayrı düşer senden
ama en kötüsü de mimikleridir,
her şey gittikten sonra edip edebileceğin cümleler çok sınırlı
"ne güzel bakardı, nasıl gülümserdi,
dudaklarını böyle bükerdi, gözlerini şöyle devirirdi, ..."
hatırladıklarının başında yüzü gelir aklına düşen
ardından da kendine has, onu diğerlerinden ayıran mimikleri
mimiklerle bir derdim var sanırım benim
onu o, diğerini de diğeri yapan o mimiklerle...
herkesin yüzünü unutabilirim, herkesin zevklerini unutabilirim
ama kimsenin mimiklerini unutamam...

19 Ocak 2008

seni hiç görmedim ama bana bunları da yazdırdın ya
benden sana sütlü bir kahve, pencere önünde
güzelim müziklerle...

"hep yanlış insanlar
kalmamızı istiyor
ve işte bu yüzden
dünyanın dengesi bozulmasın diye
biz de bu kadar çok hata yapıyoruz
aslında yaptığımız
hata değil
dengeleme sadece
kendi dengemizi bozarak evreni
dengeliyoruz
aslında büyük savaşçılarız da
kendimize bile söylemiyoruz"

17 Ocak 2008

denize attığın bir taş gibi kalbim
sırf sen oynamayı seviyorsun diye
bir tek atışınla suyun dibini boylamaktansa
seke seke gidiyor denizin üstüne
denizin mi canı acıyor taşın mı bilmiyorum

16 Ocak 2008

hayatta bazı taşların üzerine taş koyamazsın
bir de boyunun ölçüsünü almak için her zaman mezureye ihtiyaç yoktur
yeşil rengi hiç sevmem ama ne yalan söyleyeyim yeşillenmeyi severim
yeşillenmeyi mi yalan söylememeyi mi daha çok seviyorum bilmiyorum
zira ikisinin de sonunda bir kübikten çıkıp başka bir kübiğe girip
ısıtmaktan ziyade üzerimi örten kırmızı paltomla saklanabiliyorum
saklanmak fiilinin de dil bilimi açısından çekimlerini ezberledim
saklanıyorum * saklanıyorum * saklanıyorum
bazen de sondan eklemeli gibi gözükse de baştan eklemeli
ve hatta çoğu zaman baştan kabul etmeli türkçemizin güzelliği ile
"senden" saklanıyorum şeklinde de kullanılabilir bu fiil
başka fiiller de var ama revaçta değiller
sokakların ortası ağlamak için en güzel yerdir
neden diye sormayın bunu hatta filmi bile var derim ben de size
dünyanın orta yerinde aşk için ağlıyorum
izlemediniz mi? ben izledim, herhangi bir film
ve hatta abartarak söylüyorum herhangi bir aşk gibiydi
neden ki? sizin aşkınız benim aşkımdan daha mı iyiydi?
sizin sevgiliniz sizi benim sevgilimin beni sevdiğinden daha mı çok sevdi?
bu yalanı hala kendinize söylemeye utanmıyor musunuz peki
hadi ben kendime istediğim yalanı söylerim çünkü biliyorum ki yalan
siz ne yapıyorsunuz? benim ne yaptığımı bile bile hem de
hem de gün ortasında hem de sokak ortasında
bir paket djarum almaya geldim ben
ne kadar? ama alacağım neden bana uzatmıyorsunuz paketi
siz neden hala burada oturuyorsunuz?
bitmedi mi biralarınız? siz neden evinize dönmüyorsunuz?
dünyanın döndüğü yönün tersine koşunca yorulanlardan mısınız?
bence artık yorulmayın, ne dünya dönüyor ne fiiller çekiliyor
çok çekindiler benden, bende kendi hallerine bıraktım
saklanmıyorum dersem yalan olur ama uluorta saklanıyorum
gözlerim ağlamaktan kör olacak sandım hayatımda ilk kez
insan biraz belirsizlik hissederse ağlarken çok kötü oluyor
ayaklarımı yana yatırıp "şu an aşkımdan ağlıyorum sanmıyorsun di mi?" deyince
neyse ki arkadaş dediğim, diyebildiğim insanlar "yok canım" diyebiliyor
rep vermek diye bir şey vardı, trendkill söylemişti
rep vermek istiyorum zira bana verilen bütün repler boşa gitti
ön seçimlerde üst üste kaybettim
hillary clinton'ın yaşadığı o sevinci bile yaşayamadım
beni hiçbir kadın desteklemedi, hepsi kösteklemeye çalışmıştı
ben de onları kıramadım, bir köstekli saat uğruna insan bunu yapar mı?
gözlerim bir an için uzağı göremeyince ben de gidip yerime oturdum
kalktım yine paltomu üstüme örtmeden altında saklanmaya çalıştım
sonra baktım olmuyor geldim yerime oturdum
düşen yüzümü topladım, masaya koydum, ellerimi de klavyenin üstüne koydum
ah ne zor şartlar mirim çalışmak için bunlar bir bilseniz
sonrası malum "ah sıkılmasın, ah darlanmasın" diye diye önüme baktım
kulağımda benim en güzel müziklerim, bende bir içkinin bir de müziğin kötüsü olmaz
kitap dedim karşı çıktılar, haklı olabilirler üstlemedim
bende bir benim kötüm bir de senin iyin olmaz. senin de benimle işin olmaz
nasıl bir iş mesela, düşünmek lazım
nasıl bir iş isterdiniz? evden çalışmak mesela?
elden verilen maaş, güleryüzlü ama görünmeyen bir patron mesela?
ya da direk çay içmek için buluşalım seninle,
gözlerini hatırlıyorum
benden kaçırdığını ve bir de işte yolun ortasında ışığın altında parladığını
benim de gözlerim parladı ama işte onca yaşın ve karanlığın içinde
yetersiz kaldı, şu hayatta kifayetsiz kalan birçok şey gibi
sonra senin arada ne söylediğini de anlamadım, tekrar ettirdik
ben yine anlamadım ben birçok şeyi bilmiyorum inanır mısın
bilmediğim ve anlamadığım o kadar çok şey var ki
bunu kapatacak hiçbir şey bilmiyorum...
etti mi sana bilmediğim iki şey, hadi üç olsun
arka tarafta sesini çıkarmadan oturan o çocuk var ya
gençliğimi hatırlatıyor bana, şapkalı sweatshirt'ü ile
onun için de bir tane ekliyorum, zira inanır mısınız
ben, onun adını bilmiyorum...
öğle yemeği almak için dışarı çıktığımda hayat olduğu gibi devam ediyordu
görebildiğim sadece insanların ayaklarıydı ama olsun
zaten daha fazlasını içim kaldırmıyor
gayet düzgün bir ses tonu ile ne istediğimi söylediğimde kendimden bile korktum
ben var ya ben, suya götürür susuz getiririm
ah bu ben yok mu, bütün gün kör olana kadar ağlayıp
insanlarla konuşan ben, şakalaşmaya bile çalıştım
düşünün artık nasıl bir terbiyesizlik benimki
nasıl bir varolma çabası, içten içe
içten dışa ve baştan başa...

14 Ocak 2008

dün gibi hatırlıyorum telefonda konuştuğumu kiminle konuştuğumu ise tam bilmiyorum çok da önemli değil çünkü benim için asıl önemli olan ne konuştuğum çünkü biliyorum onu konuştum dedim ki kırk yılın başı birine yeşillendim onun da yaptığına bak dedim bütün bu konuşmaların da hala zamanını hatırlıyorum zaman mevhumumu kaybedeli çok oluyor ama olsun ben bunu hatırlıyorum mesela bugün de tamı tamına dokuz sene öncesini hatırladım giydiğim pantolonu ve kanepede eğreti oturduğumu hatırladım neyse bunun şu an için bir önemi yok çünkü kusar gibi dökmezsen düşüncelerimi hiç bir zaman rahatlamayacağım mesela hala nefret ediyorum her şey hiçbir çok pekçok şey gibi kelimeleri yazmaktan ve hala tam olarak bilmiyorum konuştuğum dilin kurallarını yaşadığım hayatın kurallarını da sanırım bu yüzden bilmiyorum dinlediğim şarkıda bir anda şöyle diyor mesela I would leave this man just to occupy one minute of your day ve ben o anda ağlamaya başlıyorum aslında yalan söyledim o anda ağlamaya başlamıyorum çünkü o sırada dizinin geçtiği şarkının bölüm bölüm hazırlanmış klibini izliyorum e tabi ağlarım sevda dediğin arzu dediğin şey ya trendkill'in dediği gibi bir pornocu adı günümüzde ya da dizi malzemesi ben buraya nerelerden geldim diye düşünürken hatırladım ah be üzeyir beni düşürdüğün lige bak hadi onu geçtim yanında gezdirdiğin adamlara bak çiniliye kazandırdığın paralara bak midemde ağacı çıkan çaylara biralara bak ankara'nın da taşına bak bir ara çünkü eğer böyle devam ederse ben ankara'ya gideceğim bir sebebi yok yani özel bir sebebi yok özel bir sebebi olduğu zaman da değeri yoktu zaten genelde şu hayatta ikisinin aynı anda olduğu tek bileşenler süt ve çikolata gibime geliyor onu da ben sevmiyorum neyse ne diyordum hah bak yine hatırladım demek ki o kadar da uzaklaşmamışım konudan kısa zaman dilimleri olsa da bana yılların yılı geçmiş ayların ayı kalmış gibi geliyor beklemediğim bir anda havaya bir tekme savururken beklemediğim bir diğer anda ise masaya dirseklerimi yaslamış çalan şarkının dakikasına bakarken buluyorum kendimi ilaç dediğin şeyi bile çözemeyeceği bir karmaşa bu zaten ilaç dediğin çok anlamlı olmuyor bazı zamanlarda uyku düzeni bozuk birisi haline gelmemden dolayı da kimi suçlayacağımı bilmiyorum zaman dediğin şeyin en hızlı akıp gittiği dönemdeyim üzeyir seni unutmadım merak etme yazının içinde sadece bir kere geçtin ama halk seni seviyor biz bunu her gün görüyoruz görmeyen halka da gösteriyoruz senin nasıl halka indiğini de görüyoruz üzeyir yapma bize böyle şeyler hoş senin de bir hayatın senin de yaşanmışlıkların var ne desek boş sen bize arada puanlandırma sistemi vasıtasıyla eğlence sağlıyorsun ama bizim canımız arada sırada değil hep eğlenmek istiyor eh baktık ki o da seni bozuyor canın sağolsun iki gündür sırtımda anlamsız bir ağrı var ki ben hani derler ya eteğini topla rahat otur abla diye aynı o hesap ayağımı toplayarak oturuyorum ve işte sanırım bu yüzden rahatsızlık çekiyorum ama bilmem ki sosyal bir rahatsızlık da olabilir bu durum tam emin olamadığım için dile getirmek istemiyorum ama buraya yazabilirim çünkü artık hepimiz biliyoruz ki buraya yazdığım hiç bir şeyin geçerliliği yok misal seni seviyorum hah! güldürme beni bak yazarken bile inanmadım ben sen inandın mı yoksa? aa vallahi kalbim kırılır ayıp olur bir kere o kadar sevdiğine ayol ayol derken bile böyle ellerimi göbeğimin üstünde birleştirmek istiyorum böyle ne olduğu belli olmayan bir mekanda oturup ayaklarımı sallamak bir yandan da çekirdek çitlemek ve cidden sizin bey ne işle meşguldü diye sormak istiyorum ama tabi ki şu an aklımdan geçen tek şey akşam konuşurken yanan ve tıkanan gırtlağım ardından da tabi ki yarın çıkaracağım gündem misal hala yanarım yanarım o seksen sekiz yaşındaki balerin amcanın haberinin girmemiş olmasına yanarım o adam aklıma gelince yediğimiz o kadar laf da geliyor hani nasılsa çalışmıyoruz ya biz chavez ve bruni ile geçiyor ya sayfalarımız ve bu da benim yumuşak karnım ya vur vurabildiğin kadar her seferinde iyi o zaman ben gidiyorum deyip masaya yeniden oturmak da saçma ama düşününce gerçekten üç kişi var orada ikisine adıyla hitap ederken bir tanesinin sonuna da abi ekliyorum ki bu bey eklemekten daha iyidir belki o zaman kanepede yatıp uykuya dalana kadar televizyonu açık bırakmaktan da vazgeçerim ve belki yine o zaman vücuduma giren alkol oranı da azalır kim bilir ya da belki bir on kilo daha alırım halkın arasına öyle karışırım kim bilir nereye gittiğimi soranlara diyecek bir şey bulamadım bir an için zira pek bir yere gitmez olmuşum o yüzden soru kadar cevap de beyhude olmuş ve işte bazı şeylerin değeri aniden kaybolduğu için onları yapmasak da olur vakti zamanında yüzümüz gülecek diye sattığımız arkadaşların sayısına bir dur demek daha başarılı olacak sanırım sözümüz söz ama zamanlamamız yanlış hayat birimi içinden zamanlamayı alıp çıkardığımız zaman da batan kıymıkları çıkarmış gibi bir hava yaratıyoruz ki hiç hoşuma gitmiyor bu oysa yapılacak çok iş görülecek çok insan var sekteye uğrayanın ne olduğunu bile bilmeden hareket ediyorum ve eskiler dersen inanılmaz uzak görünüyor bana sanki hiç olmamışlar gibi desem yeridir ama yeniler desen ondan beter zira ışık hızına fark atmaya çalışırken yolda en az üç beş kişinin canına okudular...

13 Ocak 2008

beş koy üstüne, tamı tamına beş, tenini ger
gerebildiğin kadar ger, bir yastığa da başını koy
biraz sağına doğru, duvar kenarından uzağa
tüy gibi hafifle, tenini ger ve bırak
bırakabildiğin kadar bırak, akıp gidesi gelir gibi
sanki yıllardır bu yatakta bu yastıkta uyuyor gibi
nasılsa her halini biliyor gibi
bugün bir değişik gelsin uykun,
kapanan gözlerin değil de kapakçıkların olsun
taş(a)mayan için olsun yine de,
bu gece bir değişik sarsın seni yorganın
rüyalarını ete kemiğe ittiğin, düşürdüğün zaman
aldıkları hasar kadarsın şu hayatta
yer de çekiyor bir yandan ne yalan söyleyeyim...

9 Ocak 2008

evet beyler, herkes gittiğine göre artık kağıtları dağıtabilirim
önce size biraz hissiyatımdan bahsedeceğim,
saatleri ayarlama enstitüsünden gelen arkadaşlar nasılsa bekleyebilir
kundera bir kitabında bunu güzelce açıklar aslında
adamın biri pek de istemediği ama bir şekilde bulaştığı bir kavgaya girer
ağzının ortasına kallavi bir yumruk yer ve o sırada hissettiği acıdan önce
bambaşka bir duygu gelir aklına, hatta duygu bile diyemeyiz
dişçisi eğer dişlerini kırarsa bir daha asla yaptıramayacağını söylemiştir
yediği yumrukla dişleri kırılmıştır ve acıdan ziyade "kahretsin!" hissiyatı vardır
bendeki durumda "kahretsin!" değil de daha çok gerekenin dışında bir hissiyat
biraz tersinden anlattım ama olsun, her zaman düzünden anlatınca
hayatın çok bir eğlencesi olmuyor
salak yerine koymakla şakalaşmanın arasında da çok ince bir çizginin varlığı
benim bazen cidden canımı sıkıyor zira iyi niyet dediğin şey
japonya'da yenen bir yemeğin adı değil, adam dediğinin de asabı var...

8 Ocak 2008

o kadar sessiz konuştum ki
kendimden korktum