31 Mart 2008

you're the night, lilah. you're everything that we can't see.
lilah, you're the possibility.


önce bir saatimizi aldılar, şimdi de yirmi dakikamızı... hatta otuz...
"hepsinin hesabı sorulacak..."
kurşun gibi ağırlaştım dersem yalan söylemiş olurum
ben hiç elime kurşun aldığımı hatırlamıyorum
bilmediğim bir hisle sana yalan söyleyemem



ama bir çocuk koca bir ağacın gölgesi altında nasıl ezilirse
ben de öyle ezildim, büzüldüm, ufaldım, küçüldüm

sizi küçükken anneniz ayaklarına yatırıp hiç salladı mı?
bir yastık koyup başınızın altına, size ninni söyledi mi?
kaç yıl oldu siz o dizlere boylu boyunca yatalı?
şimdi yeniden yatsanız ya, yok mu yatıranınız...

ve şimdi kaçımız olmak istediğimiz yerde
ya da kaçımız olmak istediği yerden ayrılmak zorunda?
hayat dediğim şeyi idame ettirmek için ne gerekli?

25 Mart 2008



tam zamanını hatırlamıyorum ama daha milenyum heyecanı bizi sarmamıştı
hatta gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki
hala 90'larda çocuk olmanın tadını çıkarıyorduk
hayatımda sanırım ilk kez taksiye tek başıma binecektim
gayet kendinden emin bir şekilde gidip tak diye ön koltuğa oturmuştum
hatta emniyet kemerimi takıp koltukta kaybolmuştum
nereye gittiğimi hatırlamıyordum ama maç vardı
ve ben şoföre maçın kaç kaç olduğunu sormuştum
şimdi düşününce şoför ne gülmüştür sonradan bana
bildiğin bacak kadar çocuk ne işi var maçla ön koltukla



daha da güzeli ise 80'lerde çocuk olduğum bir dönemdeydi
kum vardı bir sürü, bir de özlediğimiz dokuyu
o zamanlar doğası gereği veren fotoğraf makinaları
hayal meyal birçok şey var ama işte çekişmeli kumdan kaleler vardı bir de
şimdi ise aradan yıllar geçmiş, sabahları ise bir otobüs dolusu insan olmuşuz
köpeğini gezdiren bir kız gördüm otobüsle işe giderken
sonra aklıma geldi bir elimle tutunmaya çalışırken
hayat arada sırada bir köpeği dolaşmaya çıkarmak gibidir
size eşlik eder, neşeniz yerine gelir, egzersiz yapmak iyi gelir
ama eve elinizde bir poşet dolusu bokla dönersiniz
ama tabi hep bu kadar karamsar olmamak lazım
her günün pazartesi olduğu ve sabahları uyanmanın zor olduğu bir dönem bu
ama bu hafta pazar günü ne zamana denk geliyor biliyorum
hatta cumartesi öğlen, öğleden sonra ve akşamüstünü akşamdan ayıran nedir
onu bile biliyorum inanır mısınız?



hasta olunca bu zibidi hazır çorbaların tadı bile bir şeye benzemiyor
televizyonda olan bütün programlar da bir garip
"people are strange when you're a stranger
faces look ugly when you're alone" gibi bir durum söz konusu
bir de hala sevdiğim reklam eti crax
ama hem mevsimsel hem de şahsi sepelerden festival reklamını sevmiyorum
ama size kısa bir süre için sevdiğim şeylerden bahsedebilirim
sabah uyanır uyanmaz yanan bir chesterfield, light hem de
bir nefes çekmek için önce yanaklar içe çekilir, sonra bırakılır
sebze yenmez, telefon ilk açıldığında yüksek sesle açılır
pantolonlar gabardin, ice tea'ler şeftali
salı akşamları halı saha maçı yapılır,
genel olarak jilet gibi giyinip cicim ayı kutlamalarına gidilir
ocak ayında bir sarışın hatunla tanışılır
eylüle kadar rezervasyon yapılmaz ve
en amiane tabiriyle bazı şeyler için şehir değiştirilmez

17 Mart 2008

ellerimi önümde birleştirmişim, üstümde yine kırmızı paltom
hava palto için biraz sıcak olabilir korkusu var içimde
sırtımda hiç sevmediğim taksimden aldığım o çanta
yüz kere önünden geçmişimdir o dükkanın, günün birinde işte
öyle dalıp almıştım, herhangi bir çanta gibi ama biçimsiz
ne zaman sırtıma taksam, hele bir de elimde şemsiyem varsa
ama illa kırmızı paltomla! mary poppins diyorlardı bana
benden size bir masal çıkar mı dersiniz?
daha geçen gün fıkraları yasaklamadım mı ben size
daha geçen gün artık herkes masal anlatacak demedim mi?
cümlelerime mi takıldınız, çok mu düzgünler?
biraz tedirginim ondan olsa gerek, başka ne gerek bilmiyorum
ellerimi anlatıyordum evet...
ellerimi önümde birleştirmişim ya da belki çantanın sapında
ama yine de ikisi de önümde biliyorum çünkü göğsüme baskı yapıyor
kalbim olduğu yerden çıkıp gitmesin diye
sayılara bakıyorum, sayılar devamlı değişiyor
acaba bir şeyler yesem mi, yok yemesem daha iyi (kimin için daha iyi?)
bir tişört, bir ince kazak, bir de şal
mavi bir şal, nusaybinin küçücük bir pazarı vardı
oradan almıştım, tek kalmıştı, masmavi, ince parlak ipleri
siz yenisiniz sanırım, yeni derken yani yeni işte, ilk kez gibi
ben de yeniyim üzülmeyin yani yeni olmasam bile her seferinde yenileniyorum
bir cuma günüydü, daracık merdivenleri çıkıp uzun uzun beklemiştim
sonra elimdeki beyaz kağıtla fotoğraflarım olmuştu
ki üzerinde sarı markör ile çizilmiş kısımlar da vardı aslında
şimdi ya kalbim büyüyor ya göğüs kafesim küçülüyor
"öncesinde" ruhum sıkışıyor ama biliyorum "süresince" hiç böyle olmuyor
bir de "sonrasında" kısmı var ki onu hiçbirimiz sevmiyoruz
size ufak bir hatırlatma, her şey hala ayrı yazılıyor...

16 Mart 2008

hayatı damlalıkla yaşıyorum
haftada altı gün çalışmaya alıştım
ama haftada bir gün izin yapmaya alışamadım...

13 Mart 2008

insan ne kadar yüksekten atarsa
tutmaya çalıştığında o kadar çok eli acır

12 Mart 2008

aklıma teras geliyor, aklıma gündelik hayatla ilgili birçok şey geliyor
terası kapatmadan önce bilmeden çektirdiğim o fotoğraflar geliyor
burdaydım demenin en basit yolu geliyor aklıma
kılıçlarımı kuşanmadan önce de susan sontag geliyor
en hasta zamanlarında annie leibovitz'in çektiği fotoğrafıyla
bir kanepedeki halleri geliyor, fetüs gibi yatan eşler geliyor
her şey siyah beyaz ve her şey hala ayrı yazılıyor
bir arada kelimesinin ayrı yazılması ile dalga geçen bir adam da geliyor
sadece aklıma ama
okuduğum dergilerin en az yazılı kısımları ve en çok yazılı kısımları
yazılı olan ve yazılı olmayan kurallar olarak ikiye ayırıyorum hayatı
hem de gündelik olan hayata yapıyorum bunu,
gündelik hayatta imgeler miydi o dersin adı bilmiyorum
çok ani sinirlenmedim ne yalan söyleyeyim ama sinirlendim
hatırlamadığım için de olabilir, bilmediğim için de
hangisinin daha güçlü olduğunu kestiremiyorum, kelimeler mi eylemler mi
bir kilo pamuk mu yoksa bir kilo demir mi sorusuna
pamuk cevabını vermeyeli yıllar olduysa
büyüyeli de yıllar olmuş
ne dedin?
deseydin ya, bir şey deseydin. bir şey de hala ayrı yazılıyor
zihin dediğim şeyin akışkan olduğunu varsayarsam
dökülen her kabın şeklini aldığını da varsaymam lazım
da'yı yanlış yere koyduğum için biraz acı çekmem
ve geri dönüp düzeltmem lazım, mis gibi olan tek halini size bırakmam lazım
hala bunca satır yazıp size hiç bir duygu vermemiş olmam
(ki kızgınlık bu mecralarda bir duygu değildir, bam telinize basmıyorsa)
benden mi kaynaklanıyor yoksa algınızdan mı şaşıyor bilmiyorum
ben bugün bütün duygularımı yaşadım ve bıraktım bu işleri
bu işler derken? biraz açar mısın?
yan mahalleden geçtim bugün ben, ne kadar uzun zaman olmuş
ne apartmanlar yıkılmış ne apartmanlar yapılmış
amacım aslında çok basit siz sıkılana kadar yazmak
kendi anlamımı kendi içimde tüketmek, ben olsam bu kadar uzun yazıyı okumam
kendi yazdıklarımı zaten dönüp okumadığım için oldu hep olanlar
köepk sadakati ile 130x170 bordo battaniyeler aynı cümlede kullanılabilir
ama o zaman ona cümle demeye kimsenin dili varmaz
bırakın ellemeyin beni, saçmalayabildiğim kadar saçmalayayım
bu kelimeyi yazarken bile yorulayım ve aklımın karışıklığını ölçmeyeyim
zira bunun için daha bir birim bulmadı hiç kimse
bulmasına da daha var gibi duruyor,
ben konuştukça da korktuğum ne varsa benden uzak duruyor
trene bindiğiniz zaman şehri terketmeden önce
hani ne çok uzak ne çok yakın dükkanlar görürsünüz ya camdan
onlardan birisi olmak isterim hep, belli belirsiz
adını okuyabilirsiniz belki ama nedir ne değildir hiç anlaşılmaz
bir de o eskişehir yollarında el sallayan çocuklar
ama bana sorarsanız benim en güzel manzaram harrana giderkenki tarlalardı
sen ne yaptın peki? senin en güzel manzaran neydi?
sizinle bir satırda hemen samimi oldum bak gördün mü
sen deyiverdim, ağzımdan kaçtı mazur gör ani çıkışlarımı
ya da "git-gel"lerimi mi deseydim, ne deseydim?
ya da desemiydim, susabilirim de,
susadabilirim anlamsız geliyor ondan, yanlış anlama
işin ironik yanı da var, dünyanın külliyatından sonra
söylemek istediğin şeyin basit bir romantik komedide gizli olması
"hoş bir romantik komedide ne gizli olabilir, kim ne saklayabilir içine"
diye küçük görmek de gayet züppece olurdu, sence de öyle değil mi?
eğer "gel-git"te anlaştıysak ben yeni bir eylem daha açıklamak istiyorum
ani çıkışlar ve düşüşler, fiziksel de olabilir ama çıkış kısmını beceremem
bir insanı nasıl unutursunuz, sevgilinizden bahsetmiyorum
bir insandan bahsediyorum, hadi ama bu kadar da düz değilsiniz
olamazsın, unutmak sadece eski sevgililerin parsellediği bir eylem değil
ben unutamıyorum. hatta unutmadığım gibi nasıl unutamadığımı da hatırlıyorum.
özerin bir şiiri var, samimiyetten değil sevmekten ileri geliyor bu durum
"sana yüklediğim anlamları senmişsin gibi düşünme aldanırsın
sen o anlamlarla sadece bende varsın" anlamını da al git demek gerek o zaman
şimdi yine aklıma düştü susan sontag bir de o yeşil kapaklı kitabı
"fotoğraf üzerine", bir de benim üzerime kitap yazılsın
ama kimse bana içeriğini söylemesin, başlığını da söylemesin
hem hani benim kitabım nerde, kapağında yalancı makroyla çekilmiş dudaklar olan
tezimi yazarken birlikte yaşayabilecek miyiz diye bir kitabı kullanmamı söylediler
ben kendim birlikte yaşayabiliyor muydum ki, o kitabı kaynakça olarak kullanayım
iki gündür dişlerim ağrıyor, iki gündür "nen var kuzum" diyorlar
kuzu nasıl bir hayvandır, ben hep geç geldim, kocaman olmuşlardı
ineklerden süt sağarken de hep dışarda bekledim, bir kere hariç
ellerimi de dağlayan şey zaten ısırgan otuydu ama "hariç" ve "ısırgan"
hayatımın farklı farklı evrelerinde tezahür etti
bu aralar en sevdiğim kelime "tevatür",
bir de bu aralar kitapta okuyup en sevdiğim cümle;
"hayatımızdaki en önemli olaylar biz orada yokken olur" hatta sayfa 254
önce kitaplarımı yaksam ki o zaman evlatlıktan reddedilirim
sonra film arşivi mi yaksam, o zaman da çok sıkılırım
geriye giysilerim ve abuk subuk eşyalar kalsa,
dinime küfreden de müslüman olsa, mesela
başlık kısa kaldı diye zihnimi yorsam iki ya da üç dakika
sonra hayatımın bir evresinde de çözünürlük düşük diye
nasıl da zihnimi soruların meşgul ettiğini hatırlasam
kısır dediğin şeyin hem bir yemek hem bir sıfat hem de bir döngü olması
kaderden ziyade türk dil kurumunun bir oyunu olsa
andersen masallarını tekrardan okusam ve ezberlesem
ülkede yeni bir yasa çıksa ve artık fıkra yerine herkes masal anlatsa
ben yazıkça parlasam parlak fikirler üretsem
ve aslında reklamcılık her aslanın gönlünde yatan meslek olmasa
bundan altı sene öncesinde atılan mesajlar kağıda yazılmamış olsa
işler biraz değişmiş olsa,
"oyunun kuralları değişiyor mu" sadece bir kartpostal olarak kalsa
imzalı bütün kitaplar da hep bana çıksa, fena mı?
bilmiyorum.

11 Mart 2008

şimdi ay var ya bu fotoğrafta
demek ki sen de varsın bu karede
mantığımı portmantoya astım, ayağımda patiklerim
rakamları tedavülden kaldırmışlar
o yüzden artık ona kadar sayamıyorum
ben de oturup hep sana kadar sayıyorum
gözlerimi kapatmama da gerek kalmıyor
gelmeyeceğini "tatlı tatlı" bilmek güzel oluyor
aslında olmuyor ama küçük şeylerin büyük olduğu bir yer burası
şarkılardan fal tutanların, parmaklardan işaret parmağını tuttuğu
herkesin yanlış anladığı ama doğrusunu söylediği
halılarda yatmanın yasak, yataklarda uyumanın imkansız olduğu
hatta inanmazsınız güneşe sağ tarafımızı dönmenin yasak olduğu bir yer
burası aslında hiçbir yer,
varmanın imkansız olduğu bir yer, varmak için uğruna savaş verilmeyen bir yer
burası öyle bir yer ki hem yer çekimi var hem ben
bir ben baskın çıkıyorum bir o
burası aslında olmayan bir yer, çocuklarınızın adının muhsin ve ayşe olduğu
öğle yemeğinde kabak yerine antrikot pişirdiğiniz bir yer
dedim ya burası olmayan bir yer, hatıra diye sigara paketinin bırakıldığı bir ülke
ülke de ne ülke, baştan başa ya da belki de boylu boyunca...

10 Mart 2008

beni elinle koymuş gibi buldun...

8 Mart 2008

benim hayatla derdim bu aralar düzlemsel ve boylamsal...

4 Mart 2008


hayatta en çok korkman gereken şeylerden birisi de
endişelerini yastık yapıp
her gece o yastığın üstünde uyuyan kadınlardır...

3 Mart 2008

size salık verebileceğim tek şey bu yazının kullanma kılavuzu olarak
tindersticks'in "another night in" şarkısının sözleri, işitsel olarak da kendisi...

düşlerden gülüşlere gülüşlerden de düşlere
hayatımı 365'e bölüp kalan hanesini de yaşadıklarıma sayıyorum
aslında ben sadece ona kadar sayıyorum
insanlarsa 10'a kadar sayıyor, ki bu hiç adil değil
kelimeleri önce sağ elimde tutuyorum
sonra "hoop" diye öbür elime geçiriyorum
arada hepsinin birinci anlamı düşüyor yere
sonra ben kapattığım bütün kapılarla duruyorum içeride
güvenli sandığım içerilerde, içimden de içeride
o kadar çok konuşuyorum ki, kendi sesimden başım ağrıyor
o kadar ama o kadar konuşuyorum ki
sadece o kadar...

2 Mart 2008




bu aralar hiçbir kelime birinci anlamıyla değil
bu ara hiçbir telefon gündüz vakti değil
en çok yanan ışık başucumdaki küçük lamba
en sevdiğim şey ise yastık
uyumaktan ziyade dört döndüğümse yatağım
sabah uyanıp geldiğim ise işim
karışansa her zamanki gibi içim...