22 Nisan 2008

masada
hani rüzgar nereden eserse derler ya
bugün soldan esti rüzgar
oysa ben denizden esmesini bekliyordum
önce telefonda yerli yersiz bağırdım
sinirlendim de bağırdım, o kadar da yerli yersiz değil
sonra ofiste bağırdım, bildiğin bağırdım
çok kızdım inanılmaz kızdım hem de
incir çekirdeğini doldurmayacak bir şey dediler
belki öyleydi ama işte "küçük şeyler" ya hani
işte o küçük şeyler üzüyor beni
hani o küçük şeyler var ya
üzdüğü kadar da mutlu ediyor
"bu aşamada" diye bir şey yok benim hayatımda
hayat hep rölantide gidiyor
ne duruyoruz ne de trafiği tıkamayacak kadar hızlı gidiyoruz
devamlı bir tedirginlik hali
arkamızda dizi dizi araba sanki geçmek istiyorlar da seslerini çıkarmıyorlar
bir bassalar kornaya bir hır çıkarsalar biz de bütün 'hır'ımızı onlardan çıkaracağız
ama yok kopkoyu bir sessizlik
nokta koymaya niyetlenip de kağıdın yarısını siyaha boyamış gibi
hani derler ya önce kendi evinin önünğ temizle, dünya temiz olsun diye
benim bir diğerini mutlu etmem için önce kendim mutlu olmalıyım değil mi?
sana sordum yahu, beni dinlememek için masanın altına saklansan da
bunlar pazar malı balkon masası yavrum ne bekliyordun ki, neyi saklayacaktı?
hem, saklamak derken, biraz açar mısın?

20 Nisan 2008


yol uzun, ben de dilime dolamışım bir şarkı gidiyorum
hava hafif sıcak hafif soğuk kendi halinde gibi
aklıma geliyor o zaman işte bir mesaj bir sabah vakti
"Şu dünyada bize ait olan tek şey kendi halimiz
señorita değerini bilelim" diyen bana
tam da kendi halimde olduğum bir zamanda
ağzımın kenarının gülümsemekten acıdığı
her şeyin yerli yersiz ve benim sere serpe olduğum bir zaman
zaman da zaman ha, aynı o şiirdeki masa gibi
aklında olup bitenleri koydu
ne yapmak istiyordu hayatta
işte onu koydu
üç ker üç dokuz ederdi
adam koydu masaya dokuzu
ne bulduysam koydum içine ben de, endişe dedim yastık yaptım
merak dedim sordum, kaygı dedim koydum, ilerisi dedim
işte onu da sadece aklım sıra sordum, sorulur mu
zehir etmek bile ayrı bir surete bürünüyor
kaç kişi var bu arabada diye sordum, kaç kişi konuşuyor
kaç kişinin ağzından kelimeler dökülüyor
kaç kişi yolda arabayı durdurup sırf çok özledi diye
gelinciklerin fotoğrafını çekiyor
ya da son bir soru sorma hakkım varsa eğer
kaç kişi "bir saat önce yanımdaydın şimdi nerdesin" sorusuna
düzgün bir cevap verebiliyor
seni benden ne bu kapı ne bu duvar ayıracak
bütün sevdalar aslında bu ülkenin kanalizasyonları gibi
hepsi aynı yere dökülüyor, hepsi ayrı yerlerden gelse de
teşbihte hata olmaz derler ya hani, o hesap -hesabı tutturmak için-
engin denizlere dökülüyoruz, yüzme bilip bilmediğimiz sorulmadan
ve yaptığımız her benzetmede biliyoruz ki köşede bir başkası kıskıs gülüyor
sıralı cümle kurmadığımız ve belki de üç beş kelimeyi yirmi beş kelime yaptığımız için
kim bilir?

19 Nisan 2008


- neden?
- sonradan hatırlamak için

uçakta cam kenarına oturmak her zaman önemli değildir
epi topu (taşı toprağı, tası tarağı) kırkbeşdakikalıkbiryolculuk için hele
eve döndüğüm zaman anahtarı kilide soktum, iki kez çevirdim
o zaman anladım, ben uzun yola gitmiştim, gitmesem iki kere kilitlemem
eve girdim, olduğu yerde duruyordu, sanki ben dağıtmamışım gibi dağınık geldi
evin hepsi bir an için gereksiz geldi, o an aklıma yolda gördüğüm gelincikler de geldi
ayaklarımı uzattığı torpido gözü, onitsuka tiger, kopartamadığım çiçekler
üşüdüğüm sokaklar, yemediğim balıklar, anlamadığım heykeller
beni ben, bir şehir şehir, seni sen yapan bir sürü ayrıntı geldi aklıma
seni sevme sebeplerim, seni sevmeme nedenlerim geldi sonra da
bir içki masasında konuşulan üç beş şeyin ağırılığı sana mı çöker bana mı
entel ve dantel denilen insanlar da bulaşık yıkar, çamaşır yıkar
duyguları ifade konusunda yoğurt yeme stillerinden belki festival olmaz ama
en azından bir diğeri ile geçilen dalganın ucu gelip bizim de ayaklarımızı ıslatır belki
kim bilir?

11 Nisan 2008





2008 Blog Ödülleri kayıtları 15 nisanda bitiyor


Böyle bir şey var, şimdi ben teknolojiden anlamadığım için banner filan koyamadım
ama olayı düzenleyen Eray'ın sayfasında hem kendisi ile ilgili bilgiler hem de banner mevcut
bunca yıldır yazılan zilyon tane blog var ve birisi bunları oylamaya açıyor
iyi ya da kötü türünün ilk ve tek örneği, desteklenmesi gereken bir durum
zaten öyle olduğuna inanmasam bunun bir parçası olmam değil mi?
bütün girişimlerin desteklendiği günleri görmek dileğiyle
vazgeçtim hepsi değil...

8 Nisan 2008

bir sahil kasabası
yanımda sen varsın, denizdeyiz
belimize kadar suya girmişiz
elimi tutuyorsun
gözümün içine bakıp "hadi!" diyorsun
suya dalıyoruz
denizin tuzu gözlerimi yaktığından sımsıkı kapatmışım,
seni göremiyorum
su basınç yapıyor kulaklarıma seni duyamıyorum
kokun ise imkansız
ama elim hala elinde,
sımsıkı tutuyorsun, hissediyorum
istesek bir hareketle çıkarız sudan
ama çıkmıyoruz, dayanıyoruz.
sonunda alacağımız o derin nefesi bekliyoruz,
elin elimde...

gece 01:06

3 Nisan 2008


dün bir zarf verdim, üzerinde adım yoktu, bilerek koymadım
bugün iki zarf aldım, birisinin üzerinde adım vardı, birinin yoktu
ikisi de benimle ilgiliydi başka şeylerse benimle ilgisizdi
ortak bir paydada buluşmaya çalışmanın beyhude çabası
amortisman payı bırakmadan tahribat yapmaya başlarsa
gelişine vurduğumuz güzel günler için el ele vermek gerekir
şimdilik korktuklarımız kağıt parçalarından ibaret
ileride metallerden ve ametallerden de korkarız
ne de olsa alışığız küçükken de sevmezdik kimyayı
kimyayı tuttursak salınımı tutturamaz olduk büyüdükçe
sonra kimyayı ve salınımı tutturmaya başlayınca da
ana karaları tutturamadık
ana kara derken de sizin bildiğiniz ana karalar da değil
boylu boyunca yattığınız bir yatak gibi ana kara
sabahları kalkmak istemediğiniz kahvaltı masası gibi
ya da havaalanında oturduğunuz bir masa gibi
alt tarafı bir bardak çay içtiğiniz üst tarafı zırladığınız
şimdilerde elimde bir kağıt parçası, olsa da olur olmasa da aslında
ben geldim deyince açılan bir kapı misali orada beklerler beni
ellerim yine önümde birleşmiş, elimde çantamla birlikte
her zamanki gerginlik, ayaklarını yere (na-sağlam) basan ben
sonrası biraz sen, geriye kalan eksik ben


2 Nisan 2008

- albayım?
- yine mi geldin hikmet?!
- ben de istemezdim gelmeyi albayım. bilmiyormuş gibi konuşmayın.
- neyi bilmiyormuş gibi hikmet?
- her şeyi albayım, hayatı, yaşananları, aşkı, sevdayı, bırakmadığınız o bıyığın karamış yerini
- hikmet, yine içini doldurmuş taşırmışın sen
- taşırmadım albayım, bu sefer taşırmadım, tepeleme doluyum biliyorum ama taşırmadım. ne bardakta ne de tabakta iz var bu sefer. iz derken başına başka harf koymama bile gerek yok, bildiğiniz iz. tabi siz hangi izleri bilirsiniz, bilemem. hangi izleri sildiğinizi de bilemem.
- hikmet, evladım. ne izinden bahsediyorsun?
- siz söyleyin albayım. bakın bu aşı izim, bu yara izim peki bu ne izim? göremediğiniz izim, ben sizin göremediğinizim albayım. bakıp da göremediğiniz.
- hikmet! sapasağlam karşımda dikiliyorsun, görüyorum ya seni
- ama albayım, siz çoktan kelimelerin ilk anlamına teslim olmuşsunuz. kapıdan giren ilk anlama teslim etmişsiniz kendinizi, hiç beklememişsiniz ardından girecek anlamları. eteklerinin altındaki kabarıklıklarda neler gizlediklerini de merak etmemişsiniz.
- hikmet kelime dediğin nasıl girsin kapıdan içeri?
- girer albayım girer, aklınız nasıl kalkıp gidiyorsa, giden birçok şeyin peşine takılıyorsa...
- evladım, birisi mi gitti?
- gitti albayım, ali veli bir de şevki gitti
- kim bunlar hikmet?
- ilk ikisi lafın gelişi albayım, üçüncüsü ise benim, benim şevkim
- nasıl yani?
- öyle işte albayım. çok sormayın, az da sormayın. siz ölçüsünü bilirsiniz, bana o kadar sorun. cebimdeki mektubu sorun mesela. insanlar hep bana bunu sorsun istedim, sonra uyumasınlar istedim. bir de verilenler var albayım, hem de bakkal defteri gibi sayfanın tam ortasından bir t harfi selamlıyor beni. sağ tarafta alacaklar, sol tarafta verecekler yazıyor.
- bakkal defterleri öyle mi olur hikmet
- oldu artık albayım. bakkal da öyle oldu. öyle derken ben de bilmiyorum nasıl olduğunu, sanırım bu da lafın gelişi albayım. 'böyleyken böyle' demek geçiyor içimden de içini dolduramıyorum, içimi doldurduğu kadar. şimdi gitsem yatsam uykum yarım, yastığım ince gelir. kolum kırılsa yen içinde kalır, kalbim kırılsa sen içinde kalır.