29 Eylül 2008

yarın bayram ya, alın size bayram şekeri

kapıya kadar birlikte yürüdük
sonra o sağa döndü ben de hafif sola seğirttim
sonra dümdüz yürümeye devam ettim
dolmuşa bindim, bir telefon açtım
müsait bir yerde inip inemeyeceğimi sordum
cevap almayı beklemediğim tek soru bu sanırım
müsait olduğuna
kimin karar verdiğini bilmediğim bir yerde indim
çiçekçi kızı gördüm, tabi ya... yarın bayramdı.
nasıl olduğunu sordum, kız mı oldu erkek mi dedim
aslında hiç ama hiç ilgilenmiyordum
adı akasya'ymış, darısı da başımaymış hatta
bunca zamandır samimiyetimizden kız bir buket fazla koydu
biraz sarı, biraz mor, biraz da beyaz
kendime çiçek almanın dayanılmaz hafifliği
"istersen paranı cebine koy" dedi, "yok şurası zaten" dedim
şurası, şuracık, te öte apartman... evim...
"seç" dedim, beyazları -ben istemiyordum zaten- aldı
mor ve sarılardan da biraz aldı, "yeter" dedi
çiçekleri topladım çıktım, eve girdim
geldiğini farkettiğim ve aslında
canımı sıkan bir mesaj vardı telefonumda
"keşke böyle olmasaydı" dedim içimden
sonra dinledim, sonra da daha çok dinlemek için yeşil tuşa bastım
yeşil hep bir devam etme, kabul etme, ilerleme... neden ki...
girişi saymazsak cümlelerim çok kısaydı
bazısı yarımdı bile diyebilirim
durdum, dinledim, dinledim, belki konuştum, dinledim
bu sırada şallarımı katladım, çiçeklerimi vazoya koydum
evi yürüdüm, koridorunda, odalarında
aynı zamanda kendi odalarımda da yürüdüm
sonra kapattım. durdum. durdum.
sonra gözlerimi kapattım, bir sahil kasabası geldi aklıma
ve sen geldin,
kim olduğunu bildiğim,
açıklık ve kesinlik kelimelerinin yanında duran sen geldin.
gerisini düşünmeye gerek bile yoktu...

23 Eylül 2008

beni
ağız dolusu anlatmak istediğinden
belki de ağzın dolu diye
tam anlamıyla anlatamıyorsun
beni
yakalanırsan benden bilecekler ya
en çok ona üzülüyorum
sözün laneti...

22 Eylül 2008

ben sana çok teşekkür ederim...

"seni kırdığım yerden beni de kırdılar,
ben hiçbir cümleyle ağlayamam artık seni"


birhan keskin

[forget me, forget i even spoke to you]
[why don't you join me, we'll travel the world]

18 Eylül 2008



şimdi ben artık her yağmurda biraz daha eksileceğim
ve inanır mısın bunun edebi hiçbir yanı yok
bugün nasıl ki ıslandıysam bu ülkenin çoğuyla
bugün o kadar kurudum da bu ülkenin azınlığıyla
sana duyduğum nasıl bir aşktır ki, kelimeler şaşıyor
ağzımdan çıkarken bile o kadar ürkekler ki
son anda 'şaka yaptım' dercesine başka başka şekillerde
bu seste vücut buluyorlar
sen varsın ya işte, ben o 'sen'i eksik gedik yaşıyorum
sen derken de, herhangi bir köyün ilkokulunda
okuma yazmayı yeni öğrenen bir çocuğun defterinde yazan
o kargacık burgacık 'sen'den bahsediyorum ben aslında
sonuçta kime göre neye göre?
bana kalsa 'sen' değil de 'ben'dir o kelime
bazısı için 'biz'dir bazısı için 'hiç'tir
hani eksik gedik yaşıyorum dedim ya
ciğerime çektiğim her nefesin birazı sen oluyorsun
içtiğim çayın bir yudumu sen oluyorsun
ben ondan eksik gedik yaşıyorum 'sen'i
yoksa her şey tastamam, biletler, mavi deftercikler, bavullar...
misal şu an içtiğim ıhlamurun içinde biraz karanfil biraz bal var
senin içinde biraz aşk, biraz tutku var
bunların sevgiye dönüştüğü yerde de ben olmak istiyorum
hani sapa bir yerden dönerken göremezsin ya az ötende ne var
yaşam bu aralar öyle, el yordamı ile ilerliyor
ama el dediysem de seni beni sarar o eller, hiç küçümsemeye gelmez
elin elime değsin diye belki sorarım sana 'hangimizin eli daha büyük' diye
ya da belki başka bir yol bulurum seni ağzından öpmek için
keza çoktan ağzının kenarından öpmüş olurum seni zaten
acelem var sanırım benim de şu hayatta ya da belki acım var
gelmiş geçmiş olanın acısını çıkarmak istiyorum
belki de şöyle adam akıllı bir sallasam kendimi
kendiliğinden düşecek de omuzlarımdan sıkı sıkı tutacak kimse yok
ama aslında her satırından lir sızıyor bu cümlelerin
hepsinin altında ters dönmüş bir gülen surat var
ucuna bir dokunsam 'pıt' diye düze çıkacak, normale dönecek
normal derken, biraz açar mısın?

17 Eylül 2008

armut.

meral okay'ın hayvan dergisine verdiği röportajdan alıntı:
"bir gün evi düzenlerken fark ettim, benden çok yaman'ın eşyası var. küçük poşetlere sızmış. aşk bir sızma halidir.
yaman o kadar temiz bir adamdı ki ona kızamazdınız. bir o kadar da yiğitti. ben derdim bu adam ne zaman yorulacak!meğer acelesi varmış.
Her şeyi o kadar yoğun ve coşkulu yaşayıp yaşatıyordu ki büyüleyiciydi bu. ben köşeleri çok olan bir insandım.yaman beni eğitti. aşk kendinden vazgeçme halidir,kendi benliğini ezmeden biz olabilme halidir. insan egosu denetlenmesi en güç şey. bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz. biz birbirimize karşı çok saygılıydık. Eee ama bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye. böyle nefes molaları da verirdik. döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi. aşk bazen de bir kıyamama halidir"

13 Eylül 2008

7 Eylül 2008

10.06.08

ah be gülüm,
diyeydin ya bana
yeni hayatlara açtığın yelkenlerin rüzgarının
o kısacık saçlarını bile dağıttığını
ben de yekpare tutmaya çalıştığım
şu gönlümü sere serpe yaymazdım buralara
şimdi bendeki kırgınlık değil de yılgınlık kala kalan...
hani sana alacağın olsun bile diyemiyorum
desem yarısı boşta, yarısı eşikte, yarısı havada kalacak
sizin orada nasıl derler... "sen sağ ben selamet"
önüm arkam kalabalık da,
neyseki yanım dolu...


------------------------
o kadar gülüp eğlenirken
bir yandan da gözüm seni aramadı dersem
yalan söylemiş olurum
havaalanında yürüken
"tam burada terkedilmiştim,
yani tam olarak değil de, neyse" demedim dersem
yalan söylemiş olurum
aslında ben yalan söylemeye başlasam
hayat ne kadar güzel olacak değil mi?

3 Eylül 2008








bahisler kapandı
şimdi herkesin gözü
fır dönen o küçücük topta






photo: alvelyn

1 Eylül 2008

"ben durmak bilmeyen zihne,
onun kamçısı şüpheye,
kaçık muhayyileye"
dedi ve tamamladı cümleyi
hem de çok güzel bir şekilde
ama bize kalsın ya gerisi
hayatın da üstü kalıyor değil mi cemal?